TRT yapımı olan ve çekimleri Kanada’nın kuzey kutup bölgesinde gerçekleştirilen “67º 49’ 32’’ KUZEY” sergisi, nüfusunun büyük bölümü yerli halk İnuitlerden oluşan, yaklaşık 1500 kişinin yaşadığı Kugluktuk’ta geçiyor. Fransa vatandaşı Mathieu Dumond, 17 yıldır “evim” dediği bu kasabada, Inuit eşi ve 5 yaşındaki oğluyla birlikte yaşıyor.
Yaban hayatı biyoloğu olarak çalıştığı, dünyanın en zorlu bölgelerinden biri olan bu topraklarda, aynı zamanda geniş yabanıl alanların ve yaban hayvanlarının çekimlerini yapmaya çalışıyor. Mathieu’nun öyküsü, yalnızca bir kişinin değil, tehdit altındaki doğal yaşamı ve kültürüyle, dünyanın en önemli coğrafyalarından birinin öyküsü.
Belgeselin yapımı sırasında çekilen fotoğraflardan oluşan bir seçki, 3 Temmuz – 29 Eylül 2019 tarihleri arasında, Fransız Kültür Merkezi (Ankara) salonunda sergilenecek.
TRT, Kanada Büyükelçiliği ve Fransız Kültür Merkezi’nin katkılarıyla düzenlenmektedir.
belgesel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
belgesel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Pazar
Cumartesi
Ara Güler, Bir Zamanlar Istanbul Belgeseli Bağımsız Film Festivalinde

22 Şubat 2018 İstanbul gösteriminin biletini almak için tıklayınız.
4 Mart Ankara gösterimi Armada AVM Cinemaxium
Perşembe
İFSAK Kısa Film ve Belgesel Yarışması İçin Son Gün 31 Aralık

Etkinlik, çoğu dünya çapında önemli eserler vermiş değerli sinemacıların ilk eserlerine gösterim olanağı sunmakla birlikte, o yıllardan bugüne arşivlenen filmler sayesinde ülkemizin en kapsamlı kısa film arşivinin oluşmasına da katkı sağlamıştır.
İFSAK gelecek dönemlerde de; aynı düşüncelerle ülkemizdeki sinema eseri sahiplerinin, üretimlerini artırmak, bir sanat olarak sinemanın gelişmesine ve yaygınlaşmasına katkıda bulunmak, yeni fikirlere öncü olabilmek amacıyla her yıl 'İFSAK Ulusal Kısa Film Yarışması'nı düzenlemeye devam ediyor.
Son Başvuru tarihi: 31 Aralık 2017
Belgesel LAB Merakla Sunar! ''Patronsuzlar''

Patronsuzlar’da Kazova işçileri hayatı devam ettirebilmek için direniyor. Alacaklarına karşılık fabrikadaki makinaları satmak için fabrikaya giren işçiler, polis baskını sonucu makinaları çıkaramaz. Patronsuz ve parasız bir halde makinalarla baş başa fabrikada kalan işçilerin direnişi hiç tahmin etmedikleri bir yönde evrilip Türkiye’nin en büyük işgal hareketine dönecektir.
Film sonrası Sidar İnan Erçelik ile bir söyleşi gerçekleştirilecektir.
Türkiye / 2016 / 43’
Yönetmen Sidar İnan Erçelik
Görüntü Yönetmeni Kürşat Üresin, Fatih Pınar, Sidar İnan Erçelik
Kurgu Sidar İnan Erçelik
Müzik Bandistanbul
Yönetmen Sidar İnan Erçelik
Görüntü Yönetmeni Kürşat Üresin, Fatih Pınar, Sidar İnan Erçelik
Kurgu Sidar İnan Erçelik
Müzik Bandistanbul
Fragman için tıklayınız
https://vimeo.com/122985526
http://www.belgeselab.com
İstanbul'un Gözü Ara Güler Belgeseli Cern Modern'de

Filmin yönetmenlerinden Binnur Karaevli'nin belgesele dair merak edilen soruları yanıtladığı röportajı okumak için tıklayınız.
Ara Güler Belgeseline Amerika'dan En İyi Film Ödülü
![]() |
proje danışmanı Nezih Tavlaş ödül töreninde Festival Direktörü Deirdre Evans ile birlikte. |
Belgeselin yönetmeni Binnur Karaevli filme dair merak edilen soruları Foto Gaste Bloga verdiği röportajda yanıtlamıştı.
Röportajı okumak için tıklayınız.
Pazar
Belgesel:Bir Avuç Kömür İçin Bir Ömür Verenlere
Soma: Bir Avuç Kömür İçin Bir Ömür Verenlere’ Belgeseli 16 Mart Pazartesi günü İstanbul’da ilk kez gençliğin festivalinde; Soma işçilerinin de katılımıyla izleyiciyle buluşacak. Özgecan Aslan’ın Yaşar Kemal’in de unutulmayacağı gecede Cahit Berkay ezgilerini Soma için söyleyecek. Festival açılışı saat 18.30’da, Şişli Kent Kültür Merkezi’nde olacak. Ayrıca açılışta ‘Öteki’ temalı bir fotoğraf sergisi yer alacak.
Salı
Ali Öz'le Son Sergisi ''Ayıp Şehir'' ve Fotoğrafa Dair Bir Söyleşi
Fotoğrafa ilgi duyma
ve akabinde foto muhabiri olma sürecinizden bahsedebilir misiniz?
Lise çağında insan sınıf çelişkileri içerisinde büyüdüm,
köyde domates ekmiştik domatesçi tüccar emeğimizin karşılığını ödemedi. Bu olay
benim çok zoruma gitmişti ve ilk sınıf çelişkisini öyle yaşamıştım. Sonrasında
lisede gazeteci olmaya ve toplumsal duyarlılık içerisinde kamusal yarar adına
bir iş yapmaya karar vererek Ankara Basın Yayın bölümünü birinci tercih seçtim.
Akabinde okula başladım ve burada sosyal politika alanında çalışmaya başladım.
Köy-Koop ve çeşitli sendikalarda aktif olarak çalıştım. Köy-Koop sendikası o
dönemin DİSK gibi kırsal kesimin örgütlendiği bir yerdi. Köy-Koop sendikasında
Sinan Çetin ve Celal Ertem fotoğrafla ilgileniyorlardı. O dönemde de fotoğraf
dersi alıyorduk onlar (Celal Erten ve Sinan Çetin) ayrılınca fotoğraf işi bana
kaldı. Daha sonra fotoğrafın kendimi en iyi ifade edebildiğim araç olduğunu
fark ettim.
O dönemde hazırladığımız afiş ve pankartlarda, Napalm bombasından kaçan küçük kız çocuğu veya Robert Capa’nın savaşta vurulan asker fotoğrafı
gibi etkili fotoğraflar kullanırdık. Bu kareler beni fotoğrafın gücü konusunda çok
etkilemişti. İnsanlar yazıyla veya sözle yalan söyleyebilirler ama fotoğraf
insanlara somut bir gerçeklik sunduğu için fotoğrafla çok yoğun bir çalışmam
başladı. Az konuşan bir insan olmam nedeniyle de fotoğraf kendimi ifade
edebileceğim en güzel araçtı diyebilirim.
Yine o döneme dair bir anekdotumu anlatayım;
Bir arkadaşıma yeni bir makine aldım dedim, abi hangi marka
diye sordu ben de Pentax
deyince seksen öncesindeki siyasi ikliminde toplumun kafayı
silaha takmış olmasından olsa gerek abi o marka silah var mı dedi. Ben de bu
silah adam öldürmüyor ama insanı ve hayatı savunma açısından etkili bir silah dedim.
Okulda sergiler, yarışmalar, ödüller derken fotoğrafla
oldukça haşır neşir olmuştum ve akabinde Nokta dergisinde çalışmam için
hocalarım İstanbul’a çağırdı ve foto muhabirliğine başlamış oldum. Basında
yoğun bir çalışma tempom oldu. Yirmi yıllık süreç içerisinde en az on kez
ölümden döndüm, prensiplerimden hiç ödün vermeden çalıştım. Doğru gazetecilik
yaptım, ciddi ve güzel haberlere ve fotoğraflara imza attım.Hep insanı
ilgilendiren konularda çalıştım ve Türkiye’nin 30 yıllık (1982-2011) politik belgesel tarihini çektim.
Son projeniz ’’Ayıp Şehir’’ fikri nasıl gelişti?
![]() |
Fotoğraf: Ali Öz |
İki yıl önce Tarlabaşı’nda dolaşırken bu bölgede kentsel dönüşüm olacağını duymuştum ve hızla burayı fotoğraflamalıyım diye düşündüm. Ayıp Şehir ismi benim dışımda atılan bir başlık oldu. Ben isme itiraz ettim ama iş çok hızlı ilerleyince sonunda itiraz edecek gücü bulamadım.
Ayıp Şehir’e ironik bir başlık diyebilir miyiz?
Evet olabilir fakat Tarlabaşı’nda yaşayan insanlar bu ismin kendilerini kötülemek amaçlı konulduğu hissine kapılabilirler diye düşünmüştüm ama öyle bir yanlış anlaşılma olmadı çok şükür.
Suçun yoğun olduğu veya öyle algılanıldığı bir yerde tam da insanların yerlerinden edileceği bir zamanda fotoğraf çekmek nasıl bir deneyimdi? Tarlabaşı sakinleri sizi nasıl karşıladı?
Açıkçası ilk başladığım da ben de biraz tedirginlik duydum fakat içine girdikçe konunun hem eğlenceli, bir o kadar da acılı olduğunu gördüm. Bazen eve gidip ağlıyordum, bazı zamanlarda ise onların sevinçlerine ortak oluyordum. Tarlabaşı Fellini filmlerinde olduğu gibi absürd sahnelerin yaşandığı bir yerdir. Hatta travestilerin ikamet ettiği bir sokağın adını Fellini sokak koydum ki gerçekten orada çok fazla absürd sahne yaşanıyor. Sanırım Tarlabaşı halkı da benim inatçı bir olduğumu anlayarak pes etti ve bir süre sonra beni kabul ettiler. Zamanla beni orada yaşayan herhangi biri gibi görmeye başladılar ve günlük hayatlarına devam ettiler. İki yılda bin olay yaşadıysam bunun dokuz yüz seksen tanesi güzel olaylardı diyebilirim ve buna bağlı olarak bölgede çok kolay çalışma yapma imkânım oldu. Buradaki avantajım inatçılığımla birlikte Tarlabaşı halkına sevgiyle ve insanca yaklaşmam oldu.
![]() |
Fotoğraf: Ali Öz |
Peki şimdi Tarlabaşı halkı nereye gidecek ve bölgede yapılan kentsel dönüşümü meşrulaştırma argümanı olan suç böylece bitmiş olacak mı?
Bir sokak kapanır başka bir sokak biraz daha ileride açılır. Bence burada devletin suçu önlemek gibi bir derdi yok, sadece bu bölgeden başa bir yere taşıyor diyebilirim. Dolayısıyla bu insanlar bir gecede uzaklaştırıldı, kiracılar kolayca atıldı, ev sahipleri değişik yol ve yöntemlerle ikna edildi. Burada yaşanan insan hikâyelerinin dışında bir daha yerine konamayacak mimari dokuyu da yok ettiler. Mimari açıdan bakıldığında burası Venedik’in susuz hali gibiydi. Eski Rum, Yahudi ve Ermeni kültürünün yaşadığı 1900’lü yılların mimarisiyle yapılmış ve depremde en son yıkılacak bir bölgeydi çünkü alt yapısı sağlamdı. Bu işin özü şehir merkezlerinden yoksulları kovma politikasıdır. Oysa burada yaşayanlar yaptıkları ürünleri şehir merkezinde satıyordu ve sonuç olarak bir ekonomi yaratılmıştı.
![]() |
Fotoğraf: Ali Öz |
Ayıp Şehir sergisine medya ve buna bağlı olarak halkın ilgisi nasıldı? Projenizin tanıtımı açısından sosyal medya klasik medya kadar önemli mi ya da daha mı etkin?
Tarlabaşı’nı çekmeye başladığımda proje olsun diye değil bir anda yok olacak bir kültürü belgelemek için burada çalıştım. Ama içine girdiğim vakit bu meselenin Türk ve dünya kamuoyuna duyurulmasının gerektiğini düşündüm. 11 yıldır bir basın kuruluşunda çalışmayan bir fotoğrafçı olarak elimdeki tek silah Facebook yani sosyal medyaydı. Facebook’taki Tarlabaşı albümü bir anda beş bin beğeni iki bin paylaşım aldı. İki bin paylaşımı yüzle çarparsan iki yüz bin gibi ciddi bir rakama tekabül eder. Bunun üzerine ulusal basın uyandı, ve ilk olarak Radikal gazetesi röportaj yaptı hatta bu haberin gazetenin haber toplantısına bomba gibi düştüğünü söylediler ve ardından Milliyet, Aydınlık, Evrensel gazeteleri ile Babylon dergisi ve Ulusal Kanal benimle röportaj yaptı. Benim yüzümden onlarca video çekildi, Tarlabaşı belgeseli çekildi. Benim yüzümden yüzlerce fotoğrafçı Tarlabaşı’na akın etti ve bu yüzden ‘’Fotoğraf çekmelere doyamadınız Ali beyler hariç’’ yazısını yazdılar.
![]() |
Fotoğraf: Ali Öz |
Dolayısıyla sosyal medyayı oldukça etkin bir şekilde kullandım, sonra sergi aşamasına gelince başta Mimarlar Odası dahil hiçbir STK’dan destek bulamadım. Hatta Mimarlar Odası ile defalarca konuşmama rağmen destek bulamadım. Çünkü bu ülkede STK lar bir problemi düzeltme amaçlı değil iş girişimi amaçlı kullanılıyor. Biz 78 kuşağıyız ve karşılıksız sevmeyi bilen bir kuşağız fakat bu kuruluşlarda her projenin bir bedeli var ve bedele bağlı olduğu için hiçbir şeyi değiştirip dönüştüremiyorlar.
Bu sergiye gelince sağ olsun Karşı Sanat taşın altına elini koydu, arkadaşım Uğur Varlı baskı hizmetini sağladı, yine başka bir arkadaşım İrfan Demirkol foto blok kısmına destek oldu ve profesyonelce bir sergi yaptık. Bana çalıştığım PR şirketini sorduklarında tırnaklarım cevabını veriyorum. Yazılı basın ve dergiler sayfalarca yayımladı, televizyonların hemen hemen hepsi haber yaptı. Bunun dışında yabancı medyadan Almanya’dan ARD televizyonu 6 dakika yayın yaptı, yine Almanya’dan Zeitung gazetesi tam sayfa haber yaptı ve akabinde Alman ARD televizyonunun belgesel kanalının ekibi jet sosyete ve pembe bir İstanbul imajı çizen Venedik – İstanbul, Rüya Kentler isminde bir çekim yaparken projelerine beni de dahil ettiler. İki buçuk gün benimle çalıştılar. Sadece sergi salonunda dört saat çekim yaptılar. Rüya kent İstanbul’u çekerlerken ben başka bir İstanbul gerçeğini insanlarla paylaştım ve çok mutlu oldular, çok güzel bir çalışma gerçekleştirdik. Bu belgesel Mayıs ayında Almanya’daki 11 kanalda birden yayınlanacak ve sanırım bu belgesel zamanla dünyanın çeşitli ülkelerine de yayılacaktır.
![]() |
Fotoğraf: Ali Öz |
Tarlabaşı’da yaptığınız çekimlerin akabinde fotoğrafları Facebook’ta paylaşmanızla birlikte sosyal meydanın klasik medyayı tetiklediği sonucuna varabilir miyiz?
Eğer sosyal medyayı kullanmasaydım medyanın haberi olmazdı ama şunu göz ardı etmemek lazım o da benim kişisel enerjim ve çabam çok önemliydi.
Ayıp Şehir projesini bir kitapta toplamayı düşünüyor musunuz? Ayrıca bu sergiyi önümüzdeki aylarda başka galerilerde de görebilecek miyiz?
Maalesef şuanda kitabını yapabilecek bir kurum yok fakat Tüyap kitap fuarının
bu yılkı teması kentsel dönüşüm olduğu için orada altmış fotoğraflık bir sergi açacağız ve çekimler sırasında yaptığım röportajların ses kayıtlarını da bu sergide dinleme olanağı bulacağız. Daha sonrasında bu sergiyi Adana, Trabzon gibi illere de götüreceğiz.
![]() |
Fotoğraf: Burhan Özbilici |
Meslek hayatınız boyunca çektiğiniz fotoğraflar arasında sizi en çok etkileyen kare hangisi ya da hangileridir?
Öyle bir kare var diyemem ama mesela Facebook profilimdeki Burhan Özbilici’nin çektiği İzzet Kezer’le aynı karede olduğumuz fotoğraf çok önemli ve anlamlıdır çünkü İzzet Kezer ertesi gün öldürülmüştü. Metin Göktepe çok yakın arkadaşımızdı onun öldürülmesi beni çok etkileyen olaylardan birisidir. Uğur Mumcu’nun ölümü ve o olayın arkasından çektiğim fotoğraflar çok önemlidir. Aslında ben fotoğraflarımı çok seviyorum ve hepsini önemsiyorum. Bir milyon fotoğrafım varsa sanki bir milyon çocuğum varmış gibi düşünüyorum ve hepsini çok önemsiyorum diyebilirim. Mesela Vehbi Koç’un cenazesinde çektiğim meşhur bir fotoğrafım var, Türkiye’nin politik tarihini özetleyen bir kare olan Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Recep Tayyip Erdoğan ve Deniz Baykal’ın olduğu fotoğraf. Bunun dışında Ecevit’in cenaze töreninde askerlerin afişlerin önünden yürüdüğü sırada çektiğim kare için Fahri Aral; ‘’ Herkes önündeki kitabı değil kitabın kapağındaki fotoğrafı tartışmaya başladı’’ demişti.
![]() |
Fotoğraflar: Ali Öz |
Aslında o fotoğrafta da tam bir ironi var.
Evet, bir fotoğraf yalın, kolay anlaşılır olmalı çünkü benim bir derdim insanlara bir hikaye anlatmak, söz söylemek, onları etkilemek… Sanat yaptığın vakit insanlar anlamıyor, ilk baktığında anlamalı fotoğrafı ki geri dönüş olmalı.
Fotoğraflarınızı sosyal medyadan da paylaşıyor ve anında tepki alabiliyorsunuz. Çektiğiniz fotoğrafın anında yorumlanabiliyor olması sizi daha sonra yapacağınız projeler için motive ediyor mu?
Aldığım olumlu yorumlar sonucunda ben demek ki işimi doğru yapıyorum diyorum. Sonuç olarak arkasında medya desteği olmayan bir fotoğrafçı için çok iyi rakamlar bunlar. Hatta Facebook hesabını başka biri mi kullanıyor diye soranlar da oluyor. Hayır kimse kullanmıyor sosyal medya paylaşımlar tamamen bana ait ve elimden geldiğince her şeye yetmeye çalışıyorum. Zaten gazetecilik refleksim olduğu için günlük toplumsal olayları kendi bakış açımla kinayeli bir biçimde yayınlıyorum, bu da bana iyi bir geri dönüş olarak yansıyor. Gözlemlerime dayanarak tekrar söylüyorum bir fotoğraf yalın, kolay anlaşılır ise ve insanların derdini anlatan bir hikayesi varsa o fotoğraf ilgi çekiyor.
NTV dergisi 2001 krizinden kapatıldı daha sonra Birgün gazetesini çıkardık fakat anlaşamayınca ayrıldım ve 11 yıldır da serbest gazetecilik yapıyorum. Serbest gazeteciliğin diğer adına işsiz, parasız gazetecilik de diyebiliriz fakat 11 yıl boyunca bir kuruş para kazanmadan aynı tempoda aynı hızla fotoğraf çekmeye devam ediyorum. Türkiye’nin toplumsal tarihini gücüm yettiğince çekmeye çalıştım. İstanbul’dan Ankara’ya Güney Doğu’dan Çorum’daki köylü mitingine ve YÖK öğrenci eylemlerine, Cumartesi Annelerinden Siyasal İslam’a kadar aklınıza gelebilecek bütün toplumsal olayların fotoğraflarını çektim.
Bir kuruma bağlı çok rahat bir pozisyonda olabilecek bir konumda iken bile hâlâ ateşin içinde çalışmaya devam ediyorum.
Foto muhabirleri
toplumların görsel hafızalarıdır, Ali Öz bu toplumsal belleği nasıl muhafaza
ediyor? Gelecek kuşaklara aktarılması açısından arşivinizi bir kuruma
bağışlamayı düşündünüz mü?
Böyle bir kurumun olduğunu düşünmüyorum, daha doğrusu
Türkiye’deki STK lara inanmıyorum. Ben fotoğraflarımı değerlendirebilecek aklı
başında herkese arşivimi bağışlamaya hazırım ama şu anda gördüğüm gibi ne
Türkiye’nin Politik Tarihi belgesel kitabını yapabilmek için ne de Tarlabaşı
projesini kitaplaştıracak bir destek bulabiliyoruz.
![]() |
Fotoğraf: Ali Öz |
Bir kurum dışında yeğenlerim eğer ilgi duyarsa onlara
bağışlamayı düşünüyorum ya da mesela bir üniversite alsın arşivimi beni de
tasnifiyle görevlendirsinler ve böylece kamuya açılsın. Ama şu ana kadar böyle
talebi olan bir kurum olmadı.
Foto muhabirliğiniz sırasında Türkiye’nin yakın geçmişine tanıklık etmiş olmalısınız, buna bağlı olarak anılarınızı bir kitapta toplamayı düşünüyor musunuz?
Benim kendi yazım çok kuvvetli değil ama çok kuvvetli hikayeler var. Şuan benim arşivimden en az 10 tane fotoğraf albümü çıkar. Bir foto muhabirinin nasıl olması gerektiği konusunda; inanç, ilke ve fotoğrafın önemi konusunda ders notları olabilecek nitelikte bilgi birikimim var ama benim çalışmaktan bu tarz işleri kovalamaya zamanım yok. Çünkü sokaktaki hayat beni bekliyor ve sağlığım el verdiği müddetçe de çekmeye devam edeceğim. Tarlabaşı fotoğraflarını da proje olsun diye çekmedim, bu bölgeyi fotoğraflamamın amacı bir anda yok olacak bir kültürü belgelemekti.
Herkesin telefonlarla fotoğraf çekebildiği ve sosyal medya aracılığı ile paylaşabildiği bir çağda yaşıyoruz. Toplumsal veya haber değeri olan bir olayla karşılaşan sıradan bir kişi o an için bile olsa foto muhabiri olabiliyor. Emektar bir foto muhabiri olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eskiden bindiğimiz uçak kaçırıldığı vakit biz sevinçten takla atardık haberin içinde olduğumuz için. Ben basında çalışırken gazeteler beni göndermediği zaman ben inat edip haberin olduğu yere gidip fotoğrafımı çeker sonra da gazeteye gelip istifa ederdim. Haber bizim için çok önemli ve kutsaldır ama şimdi bindiğin uçak kaçırıldığında elli kişi aynı anda 3G li telefonlarla çekim yapıp anında yayın yapıyor. Görüntü kirliliğinin olduğu bir çağda yaşıyoruz ama facebook paylaşımlarından ve sergi çalışmalarımdan biliyorum ki yalın, içerikli, hikâyesi olan duygulu fotoğrafın hâlen etkili olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla fotoğrafın bir derdi olmalı, hikâyesi olmalı, bir şeyi değiştirmeli, dönüştürmeli ve karşısındakine tokat atmalı ki biz bu fotoğrafa iyi fotoğraf diyelim. Bunu böyle düşünüyorum çünkü gerek Facebook hesabımdaki fotoğrafların beğenilme oranı gerekse de sergilerde insanların hangi fotoğraflara ilgi gösterdiğini gözlemlediğim için hikâyesi ve derdi olan fotoğrafların ilgi çektiğini biliyorum. Ben 1982 yılında nasıl fotoğraf çekiyorsam hala aynı tarzda fotoğraf çekiyorum, burada önemli olan teknik değil fotoğrafçının bakış açısıdır. Fotoğraf kendini ifade etme aracıdır amaç değildir ve sanat da değildir bizim yaptığımız. Ara Güler’in dediği gibi biz geleceğe aktarmak için toplumsal tarih yazıyor ve belge üretiyoruz.
Asıl amacım ana kaybım olan 78 kuşağının olmayan fotoğraflarından yola çıkarak 80’den sonraki kuşağın 30 yıllık tarihini fotoğraflayarak belgeleme mantığıdır.
Günlük yaşamımızda adeta görsel bombardıman altında gibiyiz, gerçekten haber değeri taşıyan fotoğrafı çekmek ve o fotoğrafa ulaşmak eskiye göre daha mı zor?
Fotoğrafın ilginç olması
lazım ki zaten bize fotoğrafla ilgili öğretilen ilk şey herkesin gördüğünü
değil görmediğini çek ve farklılık yarat mantığıydı. Biz okuması yazması düşük
bir toplumuz bundan dolayı bir olayı veya durumu anlatmak açısından fotoğraf
çok önemli bir araç bizim toplumumuzda. Fotoğrafın yalın anlaşılabilir ve karşı
tarafa bir hikaye anlatabilmesi gerekliliği bu yüzden çok önemlidir. Benim
fotoğraflarımın en büyük avantajı çektiğim kareyi karmaşıklaştırmadan yalın ve
anlaşılabilir sunmamdır. Ayrıca fotoğraflarımda espri öğesinden de faydalanarak
ironik bir dil yakalamaya çalışırım.
Gelecekteki
projelerinizden bahsedebilir misiniz? Yine toplumsal sorunlar ekseninde bir
konu mu seçeceksiniz?
![]() |
Fotoğraf: Ali Öz |
Ben şimdiye kadar bir proje bazında hiç çalışmadım, 25 yıl
YÖK öğrenci eylemi, 25 yıl 1 Mayıs 25
yıl dans çektim, 17 yıl Cumartesi annelerini çektim, 60 ülke dolaştım
dolayısıyla bunların hepsi kitap olabilir. Ama ben bunlara proje olarak
bakmıyorum sadece fotoğraf çekmekten zevk alıyorum ve açıkçası projeciliği de
sevmiyorum çünkü projenin bedeli vardır. Böyle olduğu için projeye parayı
verenin istediği doğrultuda işler çıkacağını düşünüyorum.
Son olarak şunu söylemek isterim; bu ülkede İstanbul’un
sokak kedilerine, sokak köpeklerine veya kuşlarına albümler yapıyorsun ama
Türkiye’nin toplumsal tarihine dair bir albüm yapamıyorsun, bu da bu ülkenin
ayıbıdır.
Samimi sohbetiniz için teşekkürler
Ben teşekkür ederim.
Bu röportaj link ve kaynak göstermek koşulu ile yayınlanabilir.
Etiketler:
Ali Öz,
ARD,
belgesel,
Deniz Baykal,
Evrensel,
Facebook,
İzzet Kezer,
Milliyet,
Necmettin Erbakan,
Radikal,
Recep Tayyip Erdoğan,
Robert Capa,
Sosyal Meyda,
Süleyman Demirel,
Tarlabaşı,
Televizyon,
Vehbi Koç
Cuma
Erdal Kınacı Röportaj
www.erdalkinaci.daportfolio.com |
Farklı bir meslek
icra ederken hobi olarak başladığınız fotoğrafçılığa profesyonel bir boyut
kattınız. İşlerin bu noktaya geleceğini tahmin etmiş miydiniz?
Geleceğe dair önsezi, tahmin konusunda son derece başarısız
olduğumu söyleyebilirim. Fotoğrafa da amatör olarak eş-dost kareleri çekerek
başlamıştım. Bir parça gelişme gösterdiğimi kabul ederek hala amatör olduğumu
belirtmek isterim.
Çalışmalarınızda
insanı odak noktasına alan konular seçiyorsunuz. Seçtiğiniz konular sıra dışı
ve anlatmaya çalıştığınız olayı estetik kaygısı gütmeden tüm gerçekliğiyle o an
neyi gerektiriyorsa aktarıyorsunuz. Fotoğraf sizce sarsmalı mıdır?
Size bu şekilde hissettirebildiysem ne mutlu… Oysa genelde
olayları “estetize” etmekle eleştirilirim. Ben haber fotoğrafçısı veya belgeselci
değilim. Hiçbir zaman öyle bir iddiam da olmadı. Sadece fotoğrafı kullanarak
küçük hikâyeler anlatmaya çalışıyorum. Gerçekleri aktarmak, belge oluşturmak
gibi kaygılarım yok. O işi düzgün yapan zaten bir yığın insan var. Bir ben
eksik değilim.
Projelerinizde konusu
zor olan seçimler yapıyorsunuz, çekim aşamalarında gerginlik yaşadığınız anlar
oluyor mu ve karşıdaki kişinin size güven duymasını nasıl sağlıyorsunuz?
Ya evet ağzımın payını alıp oturmadan önce çekilmemişi
çekmek, yapılmamışı yapmak gibi çabalarım oldu. Haklısınız zor konulardı.
Gerginlik, sıkıntı, hatta şiddet gördüğüm zamanlar oldu. Yılmadım, başladığım
işi bitirmeye gayret ettim. Sonunda cezaevine girmemiş olsam “BAŞARDIM”
diyeceğim ama içimde eksik kalan çok şey olduğunu hissediyorum.
Güven konusu ise tarif edilecek bir şey değil. Karşıdakinin
güvenini sarsacak davranışlar geliştirmezseniz insanlar size zaten güvenir.
Bunun belli kalıpları, formülleri olduğunu sanmıyorum.
Sizi çok sevdiğiniz bu hobiden soğutan olaylar yaşadınız, tekrar deklanşöre basma isteğini tetikleyen şeyler neydi?
Model sözleşmelerim olduğu halde izinsiz fotoğraf çektiğim iddiası ile 52 gün cezaevinde tutuklu kaldım. Bu yaşadığım olayı fotoğraftan kaynaklanan bir olumsuzluk olarak algılamadım. Zor günlerdi ama buna sebep olan başta kendi tedbirsizliğim daha sonra insanların kötü niyetiydi. Bu nedenle bir soğuma, geri çekilme yaşamadım. Aksine cezaevi günlerinde savcılığa defalarca dilekçe yazdım. Bana bir makine verin, içeride boş oturuyorum, insanlara anlatayım. “Birlikte fotoğraf çekelim, cezaevinde sergi açalım” Gibi önerileri sıkça tekrarladım. Dilekçelerime cevap gelmedi ama sonunda savcı gelip “Kardeşim sen deli misin? Fotoğraf çekmekten yatıyorsun, içeri makine istiyorsun, sen de hiç mi mantık yok, olacak şey mi?” şeklinde azarladı.
Hayalinizde olan
ütopik bir proje var mı?
Çocukluğumda gittiğim kadınlar hamamını o zaman ki eğlenceli
hali ile doğallığını bozmadan kiri-pası ile bugünkü aklımla fotoğraflamak
isterim. Bir de askerlik kavramını (yaşadığım şekilde) anlatmak istiyorum. Bu konuda bir takım girişimlerim oldu. Hatta
bir dizi fotoğraf ta çektim. Ancak henüz çok başındayım.
Fotoğraf günlük hayat
akşının doğru anda dondurulması mıdır? Sokak ve belgesel fotoğrafçılığının
dışında belli bir kurgu çerçevesinde oluşturulan konsept çalışmalar hakkındaki
fikirleriniz nelerdir?
Fotoğraf hayatın normal akışının tüm gerçekliği ile
dondurulmuş hali değildir. Fotoğraf gerçeği söylemez. Bir yorumdur.
Fotoğrafçının o an ki duygu durumunu yansıtır. Olan değil, fotoğrafçının
göstermek istediğidir, gördüğümüz…
Sokak fotoğrafçılığı diye bir kavram son dönemlerde
dillendirilir oldu. Literatürde böyle bir tanımlama yok. Belgesel tamam ama
sokak fotoğrafçılığı nasıl bir şey tam olarak anlamış değilim. Kedilerden filan
türedi sanırım, hani ev kedisi- sokak kedisi deriz ya öyle bir şey sanırım.
Kurgulanmış fotoğraf ise iyi-zekice yapılmış ise tadından
yenmez.
Belgesel ve haber fotoğrafını ayrı tutarak söylüyorum.
Fotoğraf çekim öncesi makyaj-yaratma düzenleme vs. yapılarak veya çekim sonrası
fotoğraf işleme programları marifeti ile yorum katılarak oluşturuluyorsa sanat
adına daha değerlidir.
Tüm sanat dallarında bir yaratma süreci vardır. Sanatçı
eserine kendinden bir şeyler katarak üretir. Fotoğrafta ise ancak yukarıda
tarif ettiğim şekil kullandığı vakit ortaya çıkan son ürüne eser diyebiliriz.
Yoksa fotoğraf sanatın çok uzağında kalmaya mahkûmdur.
National Geographic yarışmasındaki
kazandığınız ödülün tanınırlığınızı arttırması dışında ne gibi olumlu etkileri
oldu?
National geographic prestiji yüksek bir yarışma. Orada dünya
birinciliğini almak yüz binlerce fotoğraf arasında kolay değil. Bunun yaşattığı
bir gurur elbette var. Fakat sonuçta bir yarışma ve her yıl bir başkası
kazanıyor. Özetle yaşanılan gurur ve torunlara bırakılacak bir küçük heykelcik
dışında olumlu bir etki hissetmedim.
Ülkemizde nü fotoğraf ya da nü sanata bakışın iyi olmadığını biliyoruz. Son zamanlardaki muhafazakâr
sanat tartışmaları doğrultusunda çekmiş olduğunuz nü fotoğraflara olan tepkiler
nasıl?
Porno ile Nü arasında çok ince bir çizgi var. Çizginin bir
tarafı estetik ise diğer tarafı istismar… Bu ince çizgiyi aşmamak dengeyi
sağlam tutmak kolay değil. Buna azami özen gösterdiğimi söylemeliyim. Bu
nedenle Nü fotoğraflarım için pek olumsuz eleştiri aldığımı veya kınandığımı
söyleyemem. Belki de diğer birçok konuda o kadar çok eleştiriliyorum ki nü-ye
fırsat kalmıyordur.
Size ilham veren
fotoğrafçılar kimler?
Çek fotoğrafçı Jan Saudek’i çok beğenirim. Yeni nesil
fotoğrafçılardan da ilgiyle takip ettiğim insanlar var. Birçoğunda
istikrarsızlık ve kendini tekrar görüyorum. Bu canımı sıkıyor ama zamanla
düzeleceğini umut ediyorum.
Analogdan dijitale
geçişle birlikte iki teknoloji arasında artısı ve eksisiyle birlikte ne gibi farklar
gözlemlediniz?
Analogun bir artısı kalmadı. İlk zamanlar derinlik, ton vs.
yakınırdık şimdilerde o sorunlar fersah fersah aşıldı. Son zamanlarda aynasız
makineleri deniyor ve geleceğin bu teknolojide olduğunu görüyorum. Nostalji
olsun diye film bulabildiğim zamanlarda hala orta format bir şeyler çekiyor ama
eziyeti, fazla mesaiyi görünce anında vazgeçiyorum.
Dijital-analog
çekişmesi ve buna bağlı olarak analog film üretiminin gelecekte biteceği
öngörüldüğüne göre yorgan gitti kavga bitti mi olacak ya da bu durum gelecekte
analog teknolojiyle çekilen fotoğrafların değerinin artmasına mı sebep olacak?
Zaten istediğiniz filmi bulmakta çok zorlanıyorsunuz.
Doğrusu buzlukta sakladığım stok tükendiğinde tekrar film arayacağımı da
zannetmiyorum. Yorgan gideli yıllar oldu. Kavga ise analogun nakavt olması ile
sonlandı. Değer artması diye bir şey ise söz konusu bile olamaz.
Fotoğrafı ne ile çektiğiniz hiçbir zaman önemli olmadı. Ne çektiğiniz nasıl
çektiğiniz her zaman daha önemliydi.
Portfolyonuzda
siyah-beyaz çalışmaların yoğunluğu dikkat çekiyor, farklılık olması açısında
renklerin baskın olduğu (ispanyadaki domates festivali vb.) bir proje yapmayı
düşündünüz mü?
Fotoğraf çekmeye başladığımda ülkemizde henüz renkli film
yoktu. Siyah Beyaza yatkınlık biraz da o yüzden, bunun dışında oluşturduğum
kompozisyonda renk illa gerekli değilse, oyumu renksizden yana kullanıyorum. Domates Festivaline rastlarsam elbette fotoğraflarım. Kan
kırmızı fotoğrafları da ilk size gösteririm.
Emek harcamadan
binlerce fotoğrafa kısa sürelerde bakıp tüketiyoruz, fotoğrafa kolay erişim
onun değerini azaltmış mıdır?
Fotoğrafta bir değer azalması söz konusu değil. Aksine siz
de farkındasınızdır. Son dönemde yükselen değer haline geldi. Çok değil on yıl öncesinde Türkiye’de fotoğraf ile uğraşan
sayılı insan vardı. Az kişiydik ve birbirimizi tanırdık. Şimdi, fotoğraf
paylaşım sitelerinin yüz binlere yaklaşan üyeleri var. Bu insanlar an be an
fotoğraf çekip paylaşıyorlar. Ne kadar çok olursa olsun, çekilen her bir kare
değerlidir. Yüz yıl sonra bu karelere bakılarak hakkımızda bir şeyler
öğrenecekler. İyi fotoğraf ise hemcinslerinin miktarından bağımsızdır. Az
bulunur ama iyi kare iyi karedir…
İnternet üzerinde
görsel bakış açımızı geliştirmek için görebileceğimiz yüzlerce fotoğraf sitesi
var, yeni başlayan veya amatör düzeyde olan kullanıcıların estetik bakış
açılarının gelişimi açısından tavsiye edebileceğiniz fotoğraf siteleri var mı?
Fotoğraf sitelerinin ne yaptıklarından çok yayınlanan
fotoğrafların çeşitliliği ve kalitesi önemli, sadece ustaların, iyi
fotoğrafçıların süper karelerine bakmak kişisel gelişim için yeterli değildir.
Nerede yanlış yapılmış, doğrusu nasıl olmalıydı gibi sorular eşliğinde izlenen
kötü fotoğraf ta en az iyisi kadar eğiticidir.
Reklam, haber, anı vb.
amaçlar dışında çekilen sanatsal fotoğrafların işlevsel bir değeri var mıdır? Dolayısıyla
sizce fotoğraf ne işe yarar?
Reklam, tanıtım fotoğrafları belli bir amaca hizmet eder. Hizmet ettiği obje veya suje ile birlikte vardır. Aynı şeyi haber fotoğrafları
için de söyleyebiliriz. Çok kaba bir tarif olacak ama bağlı olduğu haberin
zamanı geçtiğinde haber fotoğrafının da işlevi bitmiş olur. Bu tarifin
İstisnaları elbette vardır fakat bu kategorileri sanat adına yapılan
fotoğraftan ayrı tutmak gerekir.
Sanat kaygısı ile yapılan fotoğraf ne işe yarar sorusunun
cevabı ise basittir. Resim, müzik, heykel ne işe yararsa fotoğraf ta o işe
yarar. Maddi fayda beklemek anlamsızdır.
Günümüzde sayıları
hızla artan fotoğraf kritik sitelerinin eleştiri kültürüne olan katkısı ya da
olumsuz etkisi hakkında düşünceleriniz nedir?
Fotoğraf paylaşım sitelerinin fotoğrafa olumlu katkısı
yadsınamaz. Kullanılan dilin, üslubun muhakkak önemi var fakat bundan daha
önemlisi insanların ilgisini fotoğrafa yöneltmek ve fotoğrafın bir değer olduğu
konusunda bilinç oluşturmak adına bu sitelerin pozitif etkisi yüksektir.
Bu siteler ilk kurulduğu zamanlarda kullanıcıların yanlış
yönlendirildiğini düşünüyorum. “İzlediğiniz fotoğraf size ne düşündürüyor? Sizde
hangi duyguları uyandırdı? “ gibi sorular yerine kadrajı, kompozisyonu,
estetiği değerlendirmeleri istendi. Kompozisyon özellikle estetik günlük
kullanımının aksine ağır kavramlardır. Bir çırpıda iki kelime ile tarif
edilmesi zordur. Hal böyle iken bahsettiğimiz sitelerde yer alan eleştirilerde
komik hatta absürt bir takım tanımlamalar olması doğaldır.
Fotoğraf çekmek öğrenilebilir
mi yoksa yetenek gerektiren bir iş midir?
Elbette öğrenilir. Eğitim, pratik ve gözlem yapılması sonucu
doğru fotoğraf çekmek öğrenilir.
Ancak doğru fotoğraf demek, iyi fotoğraf demek değildir.
Yine iyi fotoğraf içeriği iyi olan fotoğraf anlamına da
gelmez. İyi fotoğraf demek kurallara uygun çekilmiş fotoğraf ta değildir.
İyi fotoğraf hikâyesi olan fotoğraftır. İzleyeni şaşırtan
gri hücrelerine yer eden, amacı olan fotoğraftır. İşte tam burada yetenek
devreye girer. Eğitim ile doğru fotoğraf çekmek öğrenilir ama fark yaratan
fotoğraflar, fotoğrafçının yeteneği, yaratıcılığı ile şekillenir.
İyi bir fotoğrafı çok
iyi ekipman sayesinde mi ya da iyi bir göz ve bakış açısıyla mı çekeriz?
Fotoğraf beyin ile çekilir. Makine araçtır. Ekipmanın önemi
elbette vardır. Fakat öyle büyük paralar harcayarak üst düzey aletler edinerek
iyi fotoğraf çekilmez. Harcanan o para ekipman değil kişisel gelişime harcansa
daha doğru olur.
Marka fetişizmi
hakkında ne düşünüyorsunuz?
Komik…
İşin eğlenceli kısmı bunlar. Takım tutar gibi
Canoncu-Nikoncu olmak garip olsa da eğlenceli…
Bilgisayar müdahalesi
yapılan fotoğraflar bazı fotoğraf severler tarafından tepki topluyor.
Manipülasyon ya da kurgusal çalışmalar fotoğrafın ruhuna aykırı mı? Fotoğraf
yalın, sade ve gerçekten o anı olduğu gibi mi yansıtmalı?
O anı olduğu gibi yansıtmak fotoğrafın işi değildir. Her
fotoğraf deklanşöre basana gör şekillenir. Onun duygusuna, düşüncesine, dünya
görüşüne göre oluşur.
Körfez savaşı sırasında çekilmiş bir fotoğraf vardı;
Üç farklı kadraj ile dünya medyasında yer aldı. Birincisi
fotoğrafın orjinaliydi. İçeriğini kabaca tarif etmek gerekirse;
'Yerde oturan yaralı bir ıraklı çocuk, çocuğun solunda ona matarası ile su ikram eden Amerikalı asker ile çocuğun hemen sağında (güvenlik sağlamak için olsa gerek) silahını yaralı çocuğa doğrultmuş bir başka asker vardı.
Irak medyası bu fotoğrafı soldan kırparak, yaralı çocuğa silahını doğrultmuş asker fotoğrafı olarak yayınlarken, Amerika medyası sağdan kırpıp yaralı çocuğa kendi matarası ile su içiren asker fotoğrafı olarak yayınladı.''
Yukarıda anlattığım medyanın fotoğrafı kendi çıkarları
doğrultusunda kullanmasına örnek olarak görülse de aynı manipülasyonu
fotoğrafçı da rahatlıkla yapabilirdi. Objektifini hafif sağa kaydırarak çekse
farklı sola kaydırarak çekse farklı bir kare elde edebilirdi.
Sonuçta vizör denilen daracık bir pencereden gördüklerimizi
yansıtmaya çalışıyoruz. O daracık pencere ise kendi içsel penceremizden başka
bir şey değil.
Bu olayın bir yönü iken işin diğer tarafında sanatsal
kaygılar yer almaktadır.
Yukarıda bir soruya verdiğim cevabı burada tekrar etmek
istiyorum;
Tüm sanat dalları bir yaratma, bir yorumlama süreci içerir.
Ressam imgelemlerle hareket eder ve olmayan bir şeyi ortaya koyar. Müzisyen de
keza aynı şekilde kendi yorumu ile olmayan bir şeyi oluşturur.
Oysa düz fotoğraf öyle değildir. Yanlış olarak var olanı
kaydetme çabası yanılgısına düşer.
Belgesel ve haber fotoğrafını manipüle etmek ahlaksızlıktır.
Ama sanat adına yapılan fotoğrafta yaratıcılık ve yorum olması gerekir.
Fotoğrafçı bu yorumu ister çekim öncesi
kurgu-koreografi-makyaj olarak yapar isterse çekim sonrası fotoğraf işleme
programları marifeti ile yapar.
Bu müdahale doğru yapılmışsa ve içerinde yaratıcılık
barındırıyorsa son ürün olan kareyi sanata daha çok yaklaştırır.
Teknolojinin
gelişimiyle geçmişe göre çok daha fazla insanın fotoğraf çekebilmesi aslında işi
daha demokratik hale getirmiş gibi gözüküyor, bu durum rekabeti arttırmış
mıdır?
Artırsın tabii, fotoğraf kimsenin tekelinde değildir.
Özellikle İstanbul dukalığının fotoğraftan elini çekmesinin vakti çoktan geldi.
Onlara yakın olmayanın ne sergisi görülür ne albümü çıkar ne de jürilerde yer
alabilir. Oysa son dönemde Anadolu’da olağanüstü işler başaran dernekler
topluluklar türedi. Gönülden iş yapan, verici, aydınlık insanlar bunlar.
Kendini tekrardan öte iş yapmayan ahı gitmiş vahı kalmış sözüm ona üstatlardan
değiller. Hem rekabet iyidir, insanı diri tutar…
Çektiğimiz
fotoğrafları bastırmadan bilgisayarlarımızda unutuyoruz, Erdal Kınacı fotoğraflarını
kağıt üzerinde mi değerlendirir ya da ekran üzerinden eleyerek beğendiklerini
mi bastırır?
Baskıya bakmayı ekrana bakmaya yeğlerim.Baskı denilen şey ucuz ve daha kolay erişilebilir olsa
ekranın yüzüne bakmam ama nerede o şans?
Gelecekteki
projelerinizden kısaca bahseder misiniz?
Biliyorsunuz ülkemiz fotoğrafçıları arasında kaybolan
meslekleri fotoğraflamak çok moda. Süpürgecisinden demircisine, bakırcısından
saatçisine yığınla fotoğraf bir o kadar seri-proje üretildi, üretilmeye devam
ediyor. Şu sıralar bu durumun aksine belli bir konsept içerisinde
kaybolmayan meslekleri görüntülemeye çalışıyorum. İyice olgunlaştıktan sonra
paylaşırız.
Samimi sohbetiniz için teşekkürler.
Ben teşekkür ederim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Ara Güler Arşiv Serisi - İstanbul'un Vapurları
Kıyıda, iskeledeki çocuklar, Haliç’in kayıkçıları her birini isimleriyle ezberlediğimiz şehir hatları vapurları, tepelerden koşa koşa indiğ...
