belgesel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
belgesel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazar

Sergi: 67° 49′ 32″ KUZEY

TRT yapımı olan ve çekimleri Kanada’nın kuzey kutup bölgesinde gerçekleştirilen “67º 49’ 32’’ KUZEY” sergisi, nüfusunun büyük bölümü yerli halk İnuitlerden oluşan, yaklaşık 1500 kişinin yaşadığı Kugluktuk’ta geçiyor. Fransa vatandaşı Mathieu Dumond, 17 yıldır “evim” dediği bu kasabada, Inuit eşi ve 5 yaşındaki oğluyla birlikte yaşıyor.

Yaban hayatı biyoloğu olarak çalıştığı, dünyanın en zorlu bölgelerinden biri olan bu topraklarda, aynı zamanda geniş yabanıl alanların ve yaban hayvanlarının çekimlerini yapmaya çalışıyor. Mathieu’nun öyküsü, yalnızca bir kişinin değil, tehdit altındaki doğal yaşamı ve kültürüyle, dünyanın en önemli coğrafyalarından birinin öyküsü.

Belgeselin yapımı sırasında çekilen fotoğraflardan oluşan bir seçki, 3 Temmuz – 29 Eylül 2019 tarihleri arasında, Fransız Kültür Merkezi (Ankara) salonunda sergilenecek.

TRT, Kanada Büyükelçiliği ve Fransız Kültür Merkezi’nin katkılarıyla düzenlenmektedir.

Cumartesi

Ara Güler, Bir Zamanlar Istanbul Belgeseli Bağımsız Film Festivalinde

İstanbul'da yaşayanların en büyük şanslarından biri de, Ara Güler'in fotoğraflarının şehre ait bir görsel birikimi kendiliğinden zenginleştirmesi, farkında olmadan gördüklerinin onun gördüklerine eklenivermesi herhalde. Sayısız tarihi katmandan oluşan ve bu katmanların izleriyle aniden, herhangi bir köşe başında karşılaşabileceğiniz Istanbul'a onun fotoğrafları da başka bir katman ekliyor. Ara Güler, 50 yıldan fazla süredir Istanbul'un -onun deyişiyle deli saraylının anlarını yakalıyor. Hem şatafatlı ve mutlu günlerinde hem de biraz gözden düşmüş, kalbi kırılmış ama takıp takıştırmaktan vazgeçmemiş zamanlarında, her zaman sadık bir dost olarak. Ara Güler, Bir Zamanlar Istanbul, Istanbul sokaklarını, insanlarını ve hikayelerini tekrar ama yeni bir gözle görmemizi sağlayacak bir belgesel, bitmesini hiç istemeyeceğiniz bir zamanda yolculuk.

22 Şubat 2018 İstanbul gösteriminin biletini almak için tıklayınız.

4 Mart Ankara gösterimi Armada AVM Cinemaxium

Perşembe

İFSAK Kısa Film ve Belgesel Yarışması İçin Son Gün 31 Aralık

Türkiye'nin günümüze kadar süregelen en eski kısa film etkinliği, İFSAK tarafından 1978 yılında yapıldı. 'İFSAK Ulusal Kısa Film Yarışması' başlatıldığı günden bugüne kadar ulusal düzeyde düzenlenmekte ve ülkemizdeki birçok kısa film etkinliğine örnek teşkil etmiştir.
Etkinlik, çoğu dünya çapında önemli eserler vermiş değerli sinemacıların ilk eserlerine gösterim olanağı sunmakla birlikte, o yıllardan bugüne arşivlenen filmler sayesinde ülkemizin en kapsamlı kısa film arşivinin oluşmasına da katkı sağlamıştır.
İFSAK gelecek dönemlerde de; aynı düşüncelerle ülkemizdeki sinema eseri sahiplerinin, üretimlerini artırmak, bir sanat olarak sinemanın gelişmesine ve yaygınlaşmasına katkıda bulunmak, yeni fikirlere öncü olabilmek amacıyla her yıl 'İFSAK Ulusal Kısa Film Yarışması'nı düzenlemeye devam ediyor.

Son Başvuru tarihi: 31 Aralık 2017

Belgesel LAB Merakla Sunar! ''Patronsuzlar''

Patronsuzlar 29 Kasım Çarşamba günü 19:30'da İFSAK'ta...

Patronsuzlar’da Kazova işçileri hayatı devam ettirebilmek için direniyor. Alacaklarına karşılık fabrikadaki makinaları satmak için fabrikaya giren işçiler, polis baskını sonucu makinaları çıkaramaz. Patronsuz ve parasız bir halde makinalarla baş başa fabrikada kalan işçilerin direnişi hiç tahmin etmedikleri bir yönde evrilip Türkiye’nin en büyük işgal hareketine dönecektir.

Film sonrası Sidar İnan Erçelik ile bir söyleşi gerçekleştirilecektir.

Türkiye / 2016 / 43’
Yönetmen Sidar İnan Erçelik
Görüntü Yönetmeni Kürşat Üresin, Fatih Pınar, Sidar İnan Erçelik
Kurgu Sidar İnan Erçelik
Müzik Bandistanbul

Fragman için tıklayınız
https://vimeo.com/122985526

http://www.belgeselab.com

İstanbul'un Gözü Ara Güler Belgeseli Cern Modern'de

60 dakika süresince Ara Güler’in yeni bir sergi hazırlığı çerçevesinde fotoğrafçılık serüveni, İstanbul ve Beyoğlu sevgisi, hayata bakışının anlatıldığı belgesel film 23 Nisan Cumartesi Saat:17:00 de Cern Modern'de izlenebilir. 87 yaşındaki Ara Güler keskin zekası, nüktedanlığı ve hafızasıyla bize İstanbul’u ve Türkiye tarihini fotoğrafları üzerinden anlatıyor. İstanbul’un farklı mekanlarında Ara Güler ile yapılan  röportajların dışında yakın dostları ve dünyaca ünlü meslektaşları da (Bruno Barbey, Joseph Koudelka, Nicos Economopoulos, Reza Deghati, Hasan Senyüksel, Coşkun Aral, Yunus Tonkuş, Sena Çakırkaya, Şener Şen, Nezih Tavlaş, Prof. Dr. Mehmet Bayhan, Kamil Fırat)  usta fotoğrafçıyı anlatıyor. Filmin müzikleri Derya Türkan’a ait. Derya Türkan çok ünlü müzisyenlerle çalışarak Beyoğlu ve Ara Güler’i anlatan özel müzikler besteledi. Washington DC Bağımsız Film Festivali’nde en iyi film ödülünü alan The Eye of İstanbul Selanik Belgesel film Festivali’nde de gösterildi. Geçtiğimiz hafta Mimar Sinan Üniversitesinde Türkiye prömiyeri yapılan film 30 Nisan’da ise Los Angeles SEE Fest’te de izleyici ile buluşacak.


Filmin yönetmenlerinden Binnur Karaevli'nin belgesele dair merak edilen soruları yanıtladığı röportajı okumak için tıklayınız.

Ara Güler Belgeseline Amerika'dan En İyi Film Ödülü




Senaryo yazarı Ahsen Diner,
proje danışmanı Nezih Tavlaş ödül töreninde
 Festival Direktörü Deirdre Evans ile birlikte.








Ümran Safter'in yapımcılığını üstlediği Ara Güler'in hayatını ve fotoğrafçılığını anlatan The Eye of Istanbul isimli belgesel filmi Washington DC Independent Film Festivali'nde en iyi film ödülünü aldı. 

Belgeselin yönetmeni Binnur Karaevli filme dair merak edilen soruları Foto Gaste Bloga verdiği röportajda yanıtlamıştı.
Röportajı okumak için tıklayınız.






Pazar

Belgesel:Bir Avuç Kömür İçin Bir Ömür Verenlere

Soma: Bir Avuç Kömür İçin Bir Ömür Verenlere’ Belgeseli 16 Mart Pazartesi günü İstanbul’da ilk kez gençliğin festivalinde; Soma işçilerinin de katılımıyla izleyiciyle buluşacak. Özgecan Aslan’ın Yaşar Kemal’in de unutulmayacağı gecede Cahit Berkay ezgilerini Soma için söyleyecek. Festival açılışı saat 18.30’da, Şişli Kent Kültür Merkezi’nde olacak. Ayrıca açılışta ‘Öteki’ temalı bir fotoğraf sergisi yer alacak.

Salı

Ali Öz'le Son Sergisi ''Ayıp Şehir'' ve Fotoğrafa Dair Bir Söyleşi


Fotoğrafa ilgi duyma ve akabinde foto muhabiri olma sürecinizden bahsedebilir misiniz?
Lise çağında insan sınıf çelişkileri içerisinde büyüdüm, köyde domates ekmiştik domatesçi tüccar emeğimizin karşılığını ödemedi. Bu olay benim çok zoruma gitmişti ve ilk sınıf çelişkisini öyle yaşamıştım. Sonrasında lisede gazeteci olmaya ve toplumsal duyarlılık içerisinde kamusal yarar adına bir iş yapmaya karar vererek Ankara Basın Yayın bölümünü birinci tercih seçtim. Akabinde okula başladım ve burada sosyal politika alanında çalışmaya başladım. Köy-Koop ve çeşitli sendikalarda aktif olarak çalıştım. Köy-Koop sendikası o dönemin DİSK gibi kırsal kesimin örgütlendiği bir yerdi. Köy-Koop sendikasında Sinan Çetin ve Celal Ertem fotoğrafla ilgileniyorlardı. O dönemde de fotoğraf dersi alıyorduk onlar (Celal Erten ve Sinan Çetin) ayrılınca fotoğraf işi bana kaldı. Daha sonra fotoğrafın kendimi en iyi ifade edebildiğim araç olduğunu fark ettim.



O dönemde hazırladığımız afiş ve pankartlarda, Napalm bombasından kaçan küçük kız çocuğu veya Robert Capa’nın savaşta vurulan asker fotoğrafı gibi etkili fotoğraflar kullanırdık. Bu kareler beni fotoğrafın gücü konusunda çok etkilemişti. İnsanlar yazıyla veya sözle yalan söyleyebilirler ama fotoğraf insanlara somut bir gerçeklik sunduğu için fotoğrafla çok yoğun bir çalışmam başladı. Az konuşan bir insan olmam nedeniyle de fotoğraf kendimi ifade edebileceğim en güzel araçtı diyebilirim.

Yine o döneme dair bir anekdotumu anlatayım;
Bir arkadaşıma yeni bir makine aldım dedim, abi hangi marka diye sordu ben de Pentax
deyince seksen öncesindeki siyasi ikliminde toplumun kafayı silaha takmış olmasından olsa gerek abi o marka silah var mı dedi. Ben de bu silah adam öldürmüyor ama insanı ve hayatı savunma açısından etkili bir silah dedim.

Okulda sergiler, yarışmalar, ödüller derken fotoğrafla oldukça haşır neşir olmuştum ve akabinde Nokta dergisinde çalışmam için hocalarım İstanbul’a çağırdı ve foto muhabirliğine başlamış oldum. Basında yoğun bir çalışma tempom oldu. Yirmi yıllık süreç içerisinde en az on kez ölümden döndüm, prensiplerimden hiç ödün vermeden çalıştım. Doğru gazetecilik yaptım, ciddi ve güzel haberlere ve fotoğraflara imza attım.Hep insanı ilgilendiren konularda çalıştım ve Türkiye’nin 30 yıllık (1982-2011)  politik belgesel tarihini çektim.

Son projeniz ’’Ayıp Şehir’’ fikri nasıl gelişti?
Fotoğraf: Ali Öz
İki yıl önce Tarlabaşı’nda dolaşırken bu bölgede kentsel dönüşüm olacağını duymuştum ve hızla burayı fotoğraflamalıyım diye düşündüm. Ayıp Şehir ismi benim dışımda atılan bir başlık oldu. Ben isme itiraz ettim ama iş çok hızlı ilerleyince sonunda itiraz edecek gücü bulamadım.

Ayıp Şehir’e ironik bir başlık diyebilir miyiz?

Evet olabilir fakat Tarlabaşı’nda yaşayan insanlar bu ismin kendilerini kötülemek amaçlı konulduğu hissine kapılabilirler diye düşünmüştüm ama öyle bir yanlış anlaşılma olmadı çok şükür.

Suçun yoğun olduğu veya öyle algılanıldığı bir yerde tam da insanların yerlerinden edileceği bir zamanda fotoğraf çekmek nasıl bir deneyimdi? Tarlabaşı sakinleri sizi nasıl karşıladı?
Açıkçası ilk başladığım da ben de biraz tedirginlik duydum fakat içine girdikçe konunun hem eğlenceli, bir o kadar da acılı olduğunu gördüm. Bazen eve gidip ağlıyordum, bazı zamanlarda ise onların sevinçlerine ortak oluyordum. Tarlabaşı Fellini filmlerinde olduğu gibi absürd sahnelerin yaşandığı bir yerdir. Hatta travestilerin ikamet ettiği bir sokağın adını Fellini sokak koydum ki gerçekten orada çok fazla absürd sahne yaşanıyor. Sanırım Tarlabaşı halkı da benim inatçı bir olduğumu anlayarak pes etti ve bir süre sonra beni kabul ettiler. Zamanla beni orada yaşayan herhangi biri gibi görmeye başladılar ve günlük hayatlarına devam ettiler. İki yılda bin olay yaşadıysam bunun dokuz yüz seksen tanesi güzel olaylardı diyebilirim ve buna bağlı olarak bölgede çok kolay çalışma yapma imkânım oldu. Buradaki avantajım inatçılığımla birlikte Tarlabaşı halkına sevgiyle ve insanca yaklaşmam oldu.

Fotoğraf: Ali Öz
Peki şimdi Tarlabaşı halkı nereye gidecek ve bölgede yapılan kentsel dönüşümü meşrulaştırma argümanı olan suç böylece bitmiş olacak mı?

Bir sokak kapanır başka bir sokak biraz daha ileride açılır. Bence burada devletin suçu önlemek gibi bir derdi yok, sadece bu bölgeden başa bir yere taşıyor diyebilirim. Dolayısıyla bu insanlar bir gecede uzaklaştırıldı, kiracılar kolayca atıldı, ev sahipleri değişik yol ve yöntemlerle ikna edildi. Burada yaşanan insan hikâyelerinin dışında bir daha yerine konamayacak mimari dokuyu da yok ettiler. Mimari açıdan bakıldığında burası Venedik’in susuz hali gibiydi. Eski Rum, Yahudi ve Ermeni kültürünün yaşadığı 1900’lü yılların mimarisiyle yapılmış ve depremde en son yıkılacak bir bölgeydi çünkü alt yapısı sağlamdı. Bu işin özü şehir merkezlerinden yoksulları kovma politikasıdır. Oysa burada yaşayanlar yaptıkları ürünleri şehir merkezinde satıyordu ve sonuç olarak bir ekonomi yaratılmıştı.

Fotoğraf: Ali Öz
Ayıp Şehir sergisine medya ve buna bağlı olarak halkın ilgisi nasıldı? Projenizin tanıtımı açısından sosyal medya klasik medya kadar önemli mi ya da daha mı etkin?
Tarlabaşı’nı çekmeye başladığımda proje olsun diye değil  bir anda yok olacak bir kültürü belgelemek için burada çalıştım. Ama içine girdiğim vakit bu meselenin Türk ve dünya kamuoyuna duyurulmasının gerektiğini düşündüm. 11 yıldır bir basın kuruluşunda çalışmayan bir fotoğrafçı olarak elimdeki tek silah Facebook yani sosyal medyaydı. Facebook’taki Tarlabaşı albümü bir anda beş bin beğeni iki bin paylaşım aldı. İki bin paylaşımı yüzle çarparsan iki yüz bin gibi ciddi bir rakama tekabül eder. Bunun üzerine ulusal basın uyandı, ve ilk olarak Radikal gazetesi röportaj yaptı hatta bu haberin gazetenin haber toplantısına bomba gibi düştüğünü söylediler ve ardından Milliyet, Aydınlık, Evrensel gazeteleri ile Babylon dergisi ve Ulusal Kanal benimle röportaj yaptı. Benim yüzümden onlarca video çekildi, Tarlabaşı belgeseli çekildi. Benim yüzümden yüzlerce fotoğrafçı Tarlabaşı’na akın etti ve bu yüzden ‘’Fotoğraf çekmelere doyamadınız Ali beyler hariç’’  yazısını yazdılar. 


Fotoğraf: Ali Öz
Dolayısıyla sosyal medyayı oldukça etkin bir şekilde kullandım, sonra sergi aşamasına gelince başta Mimarlar Odası dahil hiçbir STK’dan destek bulamadım. Hatta Mimarlar Odası ile defalarca konuşmama rağmen destek bulamadım. Çünkü bu ülkede STK lar bir problemi düzeltme amaçlı değil iş girişimi amaçlı kullanılıyor. Biz 78 kuşağıyız ve karşılıksız sevmeyi bilen bir kuşağız fakat bu kuruluşlarda her projenin bir bedeli var ve bedele bağlı olduğu için hiçbir şeyi değiştirip dönüştüremiyorlar.

 Bu sergiye gelince sağ olsun Karşı Sanat taşın altına elini koydu, arkadaşım Uğur Varlı baskı hizmetini sağladı, yine başka bir arkadaşım İrfan Demirkol foto blok kısmına destek oldu ve profesyonelce bir sergi yaptık. Bana çalıştığım PR şirketini sorduklarında tırnaklarım cevabını veriyorum. Yazılı basın ve dergiler sayfalarca yayımladı, televizyonların hemen hemen hepsi haber yaptı. Bunun dışında yabancı medyadan Almanya’dan ARD televizyonu 6 dakika yayın yaptı, yine Almanya’dan Zeitung gazetesi tam sayfa haber yaptı ve akabinde Alman ARD televizyonunun belgesel kanalının ekibi jet sosyete ve pembe bir İstanbul imajı çizen Venedik – İstanbul, Rüya Kentler isminde bir çekim yaparken projelerine  beni de dahil ettiler. İki buçuk gün benimle çalıştılar. Sadece sergi salonunda dört saat çekim yaptılar. Rüya kent İstanbul’u çekerlerken ben başka bir İstanbul gerçeğini insanlarla paylaştım ve çok mutlu oldular, çok güzel bir çalışma gerçekleştirdik. Bu belgesel Mayıs ayında Almanya’daki 11 kanalda birden yayınlanacak ve sanırım bu belgesel zamanla dünyanın çeşitli ülkelerine de yayılacaktır.

Fotoğraf: Ali Öz
Tarlabaşı’da yaptığınız çekimlerin akabinde fotoğrafları Facebook’ta paylaşmanızla birlikte sosyal meydanın klasik medyayı tetiklediği sonucuna varabilir miyiz?
Eğer sosyal medyayı kullanmasaydım medyanın haberi olmazdı ama şunu göz ardı etmemek lazım o da benim kişisel enerjim ve çabam çok önemliydi.

Ayıp Şehir projesini bir kitapta toplamayı düşünüyor musunuz? Ayrıca bu sergiyi önümüzdeki aylarda başka galerilerde de görebilecek miyiz?
Maalesef şuanda kitabını yapabilecek bir kurum yok fakat Tüyap kitap fuarının
bu yılkı teması kentsel dönüşüm olduğu için orada altmış fotoğraflık bir sergi açacağız ve çekimler sırasında yaptığım röportajların ses kayıtlarını da bu sergide dinleme olanağı bulacağız. Daha sonrasında bu sergiyi Adana, Trabzon gibi illere de götüreceğiz.


Fotoğraf: Burhan Özbilici
Meslek hayatınız boyunca çektiğiniz fotoğraflar arasında sizi en çok etkileyen kare hangisi ya da hangileridir?
Öyle bir kare var diyemem ama mesela Facebook profilimdeki Burhan Özbilici’nin çektiği İzzet Kezer’le aynı karede olduğumuz fotoğraf çok önemli ve anlamlıdır çünkü İzzet Kezer ertesi gün öldürülmüştü. Metin Göktepe çok yakın arkadaşımızdı onun öldürülmesi beni çok etkileyen olaylardan birisidir. Uğur Mumcu’nun ölümü ve o olayın arkasından çektiğim fotoğraflar çok önemlidir. Aslında ben fotoğraflarımı çok seviyorum ve hepsini önemsiyorum. Bir milyon fotoğrafım varsa sanki bir milyon çocuğum varmış gibi düşünüyorum ve hepsini çok önemsiyorum diyebilirim. Mesela Vehbi Koç’un cenazesinde çektiğim meşhur bir fotoğrafım var, Türkiye’nin politik tarihini özetleyen bir kare olan Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Recep Tayyip Erdoğan ve Deniz Baykal’ın olduğu fotoğraf. Bunun dışında Ecevit’in cenaze töreninde askerlerin afişlerin önünden yürüdüğü sırada çektiğim kare için Fahri Aral; ‘’ Herkes önündeki kitabı değil kitabın kapağındaki fotoğrafı tartışmaya başladı’’ demişti.

Fotoğraflar: Ali Öz
Aslında o fotoğrafta da tam bir ironi var.
Evet, bir fotoğraf yalın, kolay anlaşılır olmalı çünkü benim bir derdim insanlara bir hikaye anlatmak, söz söylemek, onları etkilemek… Sanat yaptığın vakit insanlar anlamıyor, ilk baktığında anlamalı fotoğrafı ki geri dönüş olmalı.

Fotoğraflarınızı sosyal medyadan da paylaşıyor ve anında tepki alabiliyorsunuz. Çektiğiniz fotoğrafın anında yorumlanabiliyor olması sizi daha sonra yapacağınız projeler için motive ediyor mu?
 Her koyduğum fotoğraf için en az ortalama yüz kişiden geri dönüş alıyorum.
Aldığım olumlu yorumlar sonucunda ben demek ki işimi doğru yapıyorum diyorum. Sonuç olarak arkasında medya desteği olmayan bir fotoğrafçı için çok iyi rakamlar bunlar. Hatta Facebook hesabını başka biri mi kullanıyor diye soranlar da oluyor. Hayır kimse kullanmıyor sosyal medya paylaşımlar tamamen bana ait ve elimden geldiğince her şeye yetmeye çalışıyorum. Zaten gazetecilik refleksim olduğu için günlük toplumsal olayları kendi bakış açımla kinayeli bir biçimde yayınlıyorum, bu da bana iyi bir geri dönüş olarak yansıyor. Gözlemlerime dayanarak tekrar söylüyorum bir fotoğraf yalın, kolay anlaşılır ise ve insanların derdini anlatan bir hikayesi varsa o fotoğraf ilgi çekiyor.

Fotoğraf: Ali Öz
Yıllarca çeşitli gazete ve dergilerde çalıştınız fakat son zamanlarda bir kuruma bağlı olarak çalışmıyorsunuz. Serbest çalışmanızın nedeni ve bir kuruma bağlı olmadan çalışmanın avantaj ve dezavantajları nedir?
NTV dergisi 2001 krizinden kapatıldı daha sonra Birgün gazetesini çıkardık fakat anlaşamayınca ayrıldım ve 11 yıldır da serbest gazetecilik yapıyorum. Serbest gazeteciliğin diğer adına işsiz, parasız gazetecilik de diyebiliriz fakat 11 yıl boyunca bir kuruş para kazanmadan aynı tempoda aynı hızla fotoğraf çekmeye devam ediyorum. Türkiye’nin toplumsal tarihini gücüm yettiğince çekmeye çalıştım. İstanbul’dan Ankara’ya Güney Doğu’dan  Çorum’daki köylü mitingine ve  YÖK öğrenci eylemlerine, Cumartesi Annelerinden Siyasal İslam’a kadar aklınıza gelebilecek bütün toplumsal olayların fotoğraflarını çektim.

Bir kuruma bağlı çok rahat bir pozisyonda olabilecek bir konumda iken bile hâlâ ateşin içinde çalışmaya devam ediyorum.


Foto muhabirleri toplumların görsel hafızalarıdır, Ali Öz bu toplumsal belleği nasıl muhafaza ediyor? Gelecek kuşaklara aktarılması açısından arşivinizi bir kuruma bağışlamayı düşündünüz mü?
Böyle bir kurumun olduğunu düşünmüyorum, daha doğrusu Türkiye’deki STK lara inanmıyorum. Ben fotoğraflarımı değerlendirebilecek aklı başında herkese arşivimi bağışlamaya hazırım ama şu anda gördüğüm gibi ne Türkiye’nin Politik Tarihi belgesel kitabını yapabilmek için ne de Tarlabaşı projesini kitaplaştıracak bir destek bulabiliyoruz.

Fotoğraf: Ali Öz
Bir kurum dışında yeğenlerim eğer ilgi duyarsa onlara bağışlamayı düşünüyorum ya da mesela bir üniversite alsın arşivimi beni de tasnifiyle görevlendirsinler ve böylece kamuya açılsın. Ama şu ana kadar böyle talebi olan bir kurum olmadı.

Foto muhabirliğiniz sırasında Türkiye’nin yakın geçmişine tanıklık etmiş olmalısınız, buna bağlı olarak anılarınızı bir kitapta toplamayı düşünüyor musunuz?
Benim kendi yazım çok kuvvetli değil ama çok kuvvetli hikayeler var. Şuan benim arşivimden en az 10 tane fotoğraf albümü çıkar. Bir foto muhabirinin nasıl olması gerektiği konusunda; inanç, ilke ve fotoğrafın önemi konusunda ders notları olabilecek nitelikte bilgi birikimim var ama benim çalışmaktan bu tarz işleri kovalamaya zamanım yok. Çünkü sokaktaki hayat beni bekliyor ve sağlığım el verdiği müddetçe de çekmeye devam edeceğim. Tarlabaşı fotoğraflarını da proje olsun diye çekmedim, bu bölgeyi fotoğraflamamın amacı bir anda yok olacak bir kültürü belgelemekti.

Herkesin telefonlarla fotoğraf çekebildiği ve sosyal medya aracılığı ile paylaşabildiği bir çağda yaşıyoruz. Toplumsal veya haber değeri olan bir olayla karşılaşan sıradan bir kişi o an için bile olsa foto muhabiri olabiliyor. Emektar bir foto muhabiri olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Fotoğraf: Ali Öz
Eskiden bindiğimiz uçak kaçırıldığı vakit biz sevinçten takla atardık haberin içinde olduğumuz için. Ben basında çalışırken gazeteler beni göndermediği zaman ben inat edip haberin olduğu yere gidip fotoğrafımı çeker sonra da gazeteye gelip istifa ederdim. Haber bizim için çok önemli ve kutsaldır ama şimdi bindiğin uçak kaçırıldığında elli kişi aynı anda 3G li telefonlarla çekim yapıp anında yayın yapıyor. Görüntü kirliliğinin olduğu bir çağda yaşıyoruz ama facebook paylaşımlarından ve sergi çalışmalarımdan biliyorum ki yalın, içerikli, hikâyesi olan duygulu fotoğrafın hâlen etkili olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla fotoğrafın bir derdi olmalı, hikâyesi olmalı, bir şeyi değiştirmeli, dönüştürmeli ve karşısındakine tokat atmalı ki biz bu fotoğrafa iyi fotoğraf diyelim. Bunu böyle düşünüyorum çünkü gerek Facebook hesabımdaki fotoğrafların beğenilme oranı gerekse de sergilerde insanların hangi fotoğraflara ilgi gösterdiğini gözlemlediğim için hikâyesi ve derdi olan fotoğrafların ilgi çektiğini biliyorum. Ben 1982 yılında nasıl fotoğraf çekiyorsam hala aynı tarzda fotoğraf çekiyorum, burada önemli olan teknik değil fotoğrafçının bakış açısıdır. Fotoğraf kendini ifade etme aracıdır amaç değildir ve sanat da değildir bizim yaptığımız. Ara Güler’in dediği gibi biz geleceğe aktarmak için toplumsal tarih yazıyor ve belge üretiyoruz. 

Asıl amacım ana kaybım olan 78 kuşağının olmayan fotoğraflarından yola çıkarak 80’den sonraki kuşağın 30 yıllık tarihini fotoğraflayarak belgeleme mantığıdır.

Günlük yaşamımızda adeta görsel bombardıman altında gibiyiz, gerçekten haber değeri taşıyan fotoğrafı çekmek ve o fotoğrafa ulaşmak eskiye göre daha mı zor?
Fotoğrafın ilginç olması lazım ki zaten bize fotoğrafla ilgili öğretilen ilk şey herkesin gördüğünü değil görmediğini çek ve farklılık yarat mantığıydı. Biz okuması yazması düşük bir toplumuz bundan dolayı bir olayı veya durumu anlatmak açısından fotoğraf çok önemli bir araç bizim toplumumuzda. Fotoğrafın yalın anlaşılabilir ve karşı tarafa bir hikaye anlatabilmesi gerekliliği bu yüzden çok önemlidir. Benim fotoğraflarımın en büyük avantajı çektiğim kareyi karmaşıklaştırmadan yalın ve anlaşılabilir sunmamdır. Ayrıca fotoğraflarımda espri öğesinden de faydalanarak ironik bir dil yakalamaya çalışırım.

Gelecekteki projelerinizden bahsedebilir misiniz? Yine toplumsal sorunlar ekseninde bir konu mu seçeceksiniz?

Fotoğraf: Ali Öz
Ben şimdiye kadar bir proje bazında hiç çalışmadım, 25 yıl YÖK öğrenci eylemi, 25 yıl 1 Mayıs  25 yıl dans çektim, 17 yıl Cumartesi annelerini çektim, 60 ülke dolaştım dolayısıyla bunların hepsi kitap olabilir. Ama ben bunlara proje olarak bakmıyorum sadece fotoğraf çekmekten zevk alıyorum ve açıkçası projeciliği de sevmiyorum çünkü projenin bedeli vardır. Böyle olduğu için projeye parayı verenin istediği doğrultuda işler çıkacağını düşünüyorum.

Son olarak şunu söylemek isterim; bu ülkede İstanbul’un sokak kedilerine, sokak köpeklerine veya kuşlarına albümler yapıyorsun ama Türkiye’nin toplumsal tarihine dair bir albüm yapamıyorsun, bu da bu ülkenin ayıbıdır.

Samimi sohbetiniz için teşekkürler
Ben teşekkür ederim.

Bu röportaj link ve kaynak göstermek koşulu ile yayınlanabilir.

Cuma

Erdal Kınacı Röportaj


www.erdalkinaci.daportfolio.com
Farklı bir meslek icra ederken hobi olarak başladığınız fotoğrafçılığa profesyonel bir boyut kattınız. İşlerin bu noktaya geleceğini tahmin etmiş miydiniz?
Geleceğe dair önsezi, tahmin konusunda son derece başarısız olduğumu söyleyebilirim. Fotoğrafa da amatör olarak eş-dost kareleri çekerek başlamıştım. Bir parça gelişme gösterdiğimi kabul ederek hala amatör olduğumu belirtmek isterim.

Çalışmalarınızda insanı odak noktasına alan konular seçiyorsunuz. Seçtiğiniz konular sıra dışı ve anlatmaya çalıştığınız olayı estetik kaygısı gütmeden tüm gerçekliğiyle o an neyi gerektiriyorsa aktarıyorsunuz. Fotoğraf sizce sarsmalı mıdır?
Size bu şekilde hissettirebildiysem ne mutlu… Oysa genelde olayları “estetize” etmekle eleştirilirim. Ben haber fotoğrafçısı veya belgeselci değilim. Hiçbir zaman öyle bir iddiam da olmadı. Sadece fotoğrafı kullanarak küçük hikâyeler anlatmaya çalışıyorum. Gerçekleri aktarmak, belge oluşturmak gibi kaygılarım yok. O işi düzgün yapan zaten bir yığın insan var. Bir ben eksik değilim.




Projelerinizde konusu zor olan seçimler yapıyorsunuz, çekim aşamalarında gerginlik yaşadığınız anlar oluyor mu ve karşıdaki kişinin size güven duymasını nasıl sağlıyorsunuz?
Ya evet ağzımın payını alıp oturmadan önce çekilmemişi çekmek, yapılmamışı yapmak gibi çabalarım oldu. Haklısınız zor konulardı. Gerginlik, sıkıntı, hatta şiddet gördüğüm zamanlar oldu. Yılmadım, başladığım işi bitirmeye gayret ettim. Sonunda cezaevine girmemiş olsam “BAŞARDIM” diyeceğim ama içimde eksik kalan çok şey olduğunu hissediyorum.
Güven konusu ise tarif edilecek bir şey değil. Karşıdakinin güvenini sarsacak davranışlar geliştirmezseniz insanlar size zaten güvenir. Bunun belli kalıpları, formülleri olduğunu sanmıyorum.


Sizi çok sevdiğiniz bu hobiden soğutan olaylar yaşadınız, tekrar deklanşöre basma isteğini tetikleyen şeyler neydi?
Model sözleşmelerim olduğu halde izinsiz fotoğraf çektiğim iddiası ile 52 gün cezaevinde tutuklu kaldım. Bu yaşadığım olayı fotoğraftan kaynaklanan bir olumsuzluk olarak algılamadım. Zor günlerdi ama buna sebep olan başta kendi tedbirsizliğim daha sonra insanların kötü niyetiydi. Bu nedenle bir soğuma, geri çekilme yaşamadım. Aksine cezaevi günlerinde savcılığa defalarca dilekçe yazdım.  Bana bir makine verin, içeride boş oturuyorum, insanlara anlatayım. “Birlikte fotoğraf çekelim, cezaevinde sergi açalım” Gibi önerileri sıkça tekrarladım. Dilekçelerime cevap gelmedi ama sonunda savcı gelip “Kardeşim sen deli misin?  Fotoğraf çekmekten yatıyorsun, içeri makine istiyorsun, sen de hiç mi mantık yok, olacak şey mi?” şeklinde azarladı.


Hayalinizde olan ütopik bir proje var mı?
Çocukluğumda gittiğim kadınlar hamamını o zaman ki eğlenceli hali ile doğallığını bozmadan kiri-pası ile bugünkü aklımla fotoğraflamak isterim. Bir de askerlik kavramını (yaşadığım şekilde) anlatmak istiyorum.  Bu konuda bir takım girişimlerim oldu. Hatta bir dizi fotoğraf ta çektim. Ancak henüz çok başındayım.

Fotoğraf günlük hayat akşının doğru anda dondurulması mıdır? Sokak ve belgesel fotoğrafçılığının dışında belli bir kurgu çerçevesinde oluşturulan konsept çalışmalar hakkındaki fikirleriniz nelerdir?
Fotoğraf hayatın normal akışının tüm gerçekliği ile dondurulmuş hali değildir. Fotoğraf gerçeği söylemez. Bir yorumdur. Fotoğrafçının o an ki duygu durumunu yansıtır. Olan değil, fotoğrafçının göstermek istediğidir, gördüğümüz…
Sokak fotoğrafçılığı diye bir kavram son dönemlerde dillendirilir oldu. Literatürde böyle bir tanımlama yok. Belgesel tamam ama sokak fotoğrafçılığı nasıl bir şey tam olarak anlamış değilim. Kedilerden filan türedi sanırım, hani ev kedisi- sokak kedisi deriz ya öyle bir şey sanırım.

Kurgulanmış fotoğraf ise iyi-zekice yapılmış ise tadından yenmez.
Belgesel ve haber fotoğrafını ayrı tutarak söylüyorum. Fotoğraf çekim öncesi makyaj-yaratma düzenleme vs. yapılarak veya çekim sonrası fotoğraf işleme programları marifeti ile yorum katılarak oluşturuluyorsa sanat adına daha değerlidir.
Tüm sanat dallarında bir yaratma süreci vardır. Sanatçı eserine kendinden bir şeyler katarak üretir. Fotoğrafta ise ancak yukarıda tarif ettiğim şekil kullandığı vakit ortaya çıkan son ürüne eser diyebiliriz. Yoksa fotoğraf sanatın çok uzağında kalmaya mahkûmdur.



National Geographic yarışmasındaki kazandığınız ödülün tanınırlığınızı arttırması dışında ne gibi olumlu etkileri oldu?
National geographic prestiji yüksek bir yarışma. Orada dünya birinciliğini almak yüz binlerce fotoğraf arasında kolay değil. Bunun yaşattığı bir gurur elbette var. Fakat sonuçta bir yarışma ve her yıl bir başkası kazanıyor. Özetle yaşanılan gurur ve torunlara bırakılacak bir küçük heykelcik dışında olumlu bir etki hissetmedim.


Ülkemizde nü fotoğraf ya da nü sanata bakışın iyi olmadığını biliyoruz. Son zamanlardaki muhafazakâr sanat tartışmaları doğrultusunda çekmiş olduğunuz nü fotoğraflara olan tepkiler nasıl?
Porno ile Nü arasında çok ince bir çizgi var. Çizginin bir tarafı estetik ise diğer tarafı istismar… Bu ince çizgiyi aşmamak dengeyi sağlam tutmak kolay değil. Buna azami özen gösterdiğimi söylemeliyim. Bu nedenle Nü fotoğraflarım için pek olumsuz eleştiri aldığımı veya kınandığımı söyleyemem. Belki de diğer birçok konuda o kadar çok eleştiriliyorum ki nü-ye fırsat kalmıyordur.


Size ilham veren fotoğrafçılar kimler?
Çek fotoğrafçı Jan Saudek’i çok beğenirim. Yeni nesil fotoğrafçılardan da ilgiyle takip ettiğim insanlar var. Birçoğunda istikrarsızlık ve kendini tekrar görüyorum. Bu canımı sıkıyor ama zamanla düzeleceğini umut ediyorum.

Analogdan dijitale geçişle birlikte iki teknoloji arasında artısı ve eksisiyle birlikte ne gibi farklar gözlemlediniz?
Analogun bir artısı kalmadı. İlk zamanlar derinlik, ton vs. yakınırdık şimdilerde o sorunlar fersah fersah aşıldı. Son zamanlarda aynasız makineleri deniyor ve geleceğin bu teknolojide olduğunu görüyorum. Nostalji olsun diye film bulabildiğim zamanlarda hala orta format bir şeyler çekiyor ama eziyeti, fazla mesaiyi görünce anında vazgeçiyorum.

Dijital-analog çekişmesi ve buna bağlı olarak analog film üretiminin gelecekte biteceği öngörüldüğüne göre yorgan gitti kavga bitti mi olacak ya da bu durum gelecekte analog teknolojiyle çekilen fotoğrafların değerinin artmasına mı sebep olacak?
Zaten istediğiniz filmi bulmakta çok zorlanıyorsunuz. Doğrusu buzlukta sakladığım stok tükendiğinde tekrar film arayacağımı da zannetmiyorum. Yorgan gideli yıllar oldu. Kavga ise analogun nakavt olması ile sonlandı. Değer artması diye bir şey ise söz konusu bile olamaz. Fotoğrafı ne ile çektiğiniz hiçbir zaman önemli olmadı. Ne çektiğiniz nasıl çektiğiniz her zaman daha önemliydi.

Portfolyonuzda siyah-beyaz çalışmaların yoğunluğu dikkat çekiyor, farklılık olması açısında renklerin baskın olduğu (ispanyadaki domates festivali vb.) bir proje yapmayı düşündünüz mü?
Fotoğraf çekmeye başladığımda ülkemizde henüz renkli film yoktu. Siyah Beyaza yatkınlık biraz da o yüzden, bunun dışında oluşturduğum kompozisyonda renk illa gerekli değilse, oyumu renksizden yana kullanıyorum. Domates Festivaline rastlarsam elbette fotoğraflarım. Kan kırmızı fotoğrafları da ilk size gösteririm.


Emek harcamadan binlerce fotoğrafa kısa sürelerde bakıp tüketiyoruz, fotoğrafa kolay erişim onun değerini azaltmış mıdır?
Fotoğrafta bir değer azalması söz konusu değil. Aksine siz de farkındasınızdır. Son dönemde yükselen değer haline geldi. Çok değil on yıl öncesinde Türkiye’de fotoğraf ile uğraşan sayılı insan vardı. Az kişiydik ve birbirimizi tanırdık. Şimdi, fotoğraf paylaşım sitelerinin yüz binlere yaklaşan üyeleri var. Bu insanlar an be an fotoğraf çekip paylaşıyorlar. Ne kadar çok olursa olsun, çekilen her bir kare değerlidir. Yüz yıl sonra bu karelere bakılarak hakkımızda bir şeyler öğrenecekler. İyi fotoğraf ise hemcinslerinin miktarından bağımsızdır. Az bulunur ama iyi kare iyi karedir…

İnternet üzerinde görsel bakış açımızı geliştirmek için görebileceğimiz yüzlerce fotoğraf sitesi var, yeni başlayan veya amatör düzeyde olan kullanıcıların estetik bakış açılarının gelişimi açısından tavsiye edebileceğiniz fotoğraf siteleri var mı?
Fotoğraf sitelerinin ne yaptıklarından çok yayınlanan fotoğrafların çeşitliliği ve kalitesi önemli, sadece ustaların, iyi fotoğrafçıların süper karelerine bakmak kişisel gelişim için yeterli değildir. Nerede yanlış yapılmış, doğrusu nasıl olmalıydı gibi sorular eşliğinde izlenen kötü fotoğraf ta en az iyisi kadar eğiticidir.

Reklam, haber, anı vb. amaçlar dışında çekilen sanatsal fotoğrafların işlevsel bir değeri var mıdır? Dolayısıyla sizce fotoğraf ne işe yarar?
 Reklam, tanıtım fotoğrafları belli bir amaca hizmet eder. Hizmet ettiği obje veya suje ile birlikte vardır. Aynı şeyi haber fotoğrafları için de söyleyebiliriz. Çok kaba bir tarif olacak ama bağlı olduğu haberin zamanı geçtiğinde haber fotoğrafının da işlevi bitmiş olur. Bu tarifin İstisnaları elbette vardır fakat bu kategorileri sanat adına yapılan fotoğraftan ayrı tutmak gerekir.  
Sanat kaygısı ile yapılan fotoğraf ne işe yarar sorusunun cevabı ise basittir. Resim, müzik, heykel ne işe yararsa fotoğraf ta o işe yarar. Maddi fayda beklemek anlamsızdır.

Günümüzde sayıları hızla artan fotoğraf kritik sitelerinin eleştiri kültürüne olan katkısı ya da olumsuz etkisi hakkında düşünceleriniz nedir?
Fotoğraf paylaşım sitelerinin fotoğrafa olumlu katkısı yadsınamaz. Kullanılan dilin, üslubun muhakkak önemi var fakat bundan daha önemlisi insanların ilgisini fotoğrafa yöneltmek ve fotoğrafın bir değer olduğu konusunda bilinç oluşturmak adına bu sitelerin pozitif etkisi yüksektir.
Bu siteler ilk kurulduğu zamanlarda kullanıcıların yanlış yönlendirildiğini düşünüyorum. “İzlediğiniz fotoğraf size ne düşündürüyor? Sizde hangi duyguları uyandırdı? “ gibi sorular yerine kadrajı, kompozisyonu, estetiği değerlendirmeleri istendi. Kompozisyon özellikle estetik günlük kullanımının aksine ağır kavramlardır. Bir çırpıda iki kelime ile tarif edilmesi zordur. Hal böyle iken bahsettiğimiz sitelerde yer alan eleştirilerde komik hatta absürt bir takım tanımlamalar olması doğaldır.

Fotoğraf çekmek öğrenilebilir mi yoksa yetenek gerektiren bir iş midir?
Elbette öğrenilir. Eğitim, pratik ve gözlem yapılması sonucu doğru fotoğraf çekmek öğrenilir.
Ancak doğru fotoğraf demek, iyi fotoğraf demek değildir.
Yine iyi fotoğraf içeriği iyi olan fotoğraf anlamına da gelmez. İyi fotoğraf demek kurallara uygun çekilmiş fotoğraf ta değildir.
İyi fotoğraf hikâyesi olan fotoğraftır. İzleyeni şaşırtan gri hücrelerine yer eden, amacı olan fotoğraftır. İşte tam burada yetenek devreye girer. Eğitim ile doğru fotoğraf çekmek öğrenilir ama fark yaratan fotoğraflar, fotoğrafçının yeteneği, yaratıcılığı ile şekillenir.


İyi bir fotoğrafı çok iyi ekipman sayesinde mi ya da iyi bir göz ve bakış açısıyla mı çekeriz?
Fotoğraf beyin ile çekilir. Makine araçtır. Ekipmanın önemi elbette vardır. Fakat öyle büyük paralar harcayarak üst düzey aletler edinerek iyi fotoğraf çekilmez. Harcanan o para ekipman değil kişisel gelişime harcansa daha doğru olur.

Marka fetişizmi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Komik…
İşin eğlenceli kısmı bunlar. Takım tutar gibi Canoncu-Nikoncu olmak garip olsa da eğlenceli…

Bilgisayar müdahalesi yapılan fotoğraflar bazı fotoğraf severler tarafından tepki topluyor. Manipülasyon ya da kurgusal çalışmalar fotoğrafın ruhuna aykırı mı? Fotoğraf yalın, sade ve gerçekten o anı olduğu gibi mi yansıtmalı?
O anı olduğu gibi yansıtmak fotoğrafın işi değildir. Her fotoğraf deklanşöre basana gör şekillenir. Onun duygusuna, düşüncesine, dünya görüşüne göre oluşur.
Körfez savaşı sırasında çekilmiş bir fotoğraf vardı;
Üç farklı kadraj ile dünya medyasında yer aldı. Birincisi fotoğrafın orjinaliydi. İçeriğini kabaca tarif etmek gerekirse;
'Yerde oturan yaralı bir ıraklı çocuk, çocuğun solunda ona matarası ile su ikram eden Amerikalı asker ile çocuğun hemen sağında (güvenlik sağlamak için olsa gerek) silahını yaralı çocuğa doğrultmuş bir başka asker vardı.
Irak medyası bu fotoğrafı soldan kırparak, yaralı çocuğa silahını doğrultmuş asker fotoğrafı olarak yayınlarken, Amerika medyası sağdan kırpıp yaralı çocuğa kendi matarası ile su içiren asker fotoğrafı olarak yayınladı.'' 

Yukarıda anlattığım medyanın fotoğrafı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmasına örnek olarak görülse de aynı manipülasyonu fotoğrafçı da rahatlıkla yapabilirdi. Objektifini hafif sağa kaydırarak çekse farklı sola kaydırarak çekse farklı bir kare elde edebilirdi.
Sonuçta vizör denilen daracık bir pencereden gördüklerimizi yansıtmaya çalışıyoruz. O daracık pencere ise kendi içsel penceremizden başka bir şey değil.

Bu olayın bir yönü iken işin diğer tarafında sanatsal kaygılar yer almaktadır.
Yukarıda bir soruya verdiğim cevabı burada tekrar etmek istiyorum;
Tüm sanat dalları bir yaratma, bir yorumlama süreci içerir. Ressam imgelemlerle hareket eder ve olmayan bir şeyi ortaya koyar. Müzisyen de keza aynı şekilde kendi yorumu ile olmayan bir şeyi oluşturur.
Oysa düz fotoğraf öyle değildir. Yanlış olarak var olanı kaydetme çabası yanılgısına düşer.
Belgesel ve haber fotoğrafını manipüle etmek ahlaksızlıktır. Ama sanat adına yapılan fotoğrafta yaratıcılık ve yorum olması gerekir.
Fotoğrafçı bu yorumu ister çekim öncesi kurgu-koreografi-makyaj olarak yapar isterse çekim sonrası fotoğraf işleme programları marifeti ile yapar.
Bu müdahale doğru yapılmışsa ve içerinde yaratıcılık barındırıyorsa son ürün olan kareyi sanata daha çok yaklaştırır.


Teknolojinin gelişimiyle geçmişe göre çok daha fazla insanın fotoğraf çekebilmesi aslında işi daha demokratik hale getirmiş gibi gözüküyor, bu durum rekabeti arttırmış mıdır?
Artırsın tabii, fotoğraf kimsenin tekelinde değildir. Özellikle İstanbul dukalığının fotoğraftan elini çekmesinin vakti çoktan geldi. Onlara yakın olmayanın ne sergisi görülür ne albümü çıkar ne de jürilerde yer alabilir. Oysa son dönemde Anadolu’da olağanüstü işler başaran dernekler topluluklar türedi. Gönülden iş yapan, verici, aydınlık insanlar bunlar. Kendini tekrardan öte iş yapmayan ahı gitmiş vahı kalmış sözüm ona üstatlardan değiller. Hem rekabet iyidir, insanı diri tutar…


Çektiğimiz fotoğrafları bastırmadan bilgisayarlarımızda unutuyoruz, Erdal Kınacı fotoğraflarını kağıt üzerinde mi değerlendirir ya da ekran üzerinden eleyerek beğendiklerini mi bastırır?
Baskıya bakmayı ekrana bakmaya yeğlerim.Baskı denilen şey ucuz ve daha kolay erişilebilir olsa ekranın yüzüne bakmam ama nerede o şans?

Gelecekteki projelerinizden kısaca bahseder misiniz?
Biliyorsunuz ülkemiz fotoğrafçıları arasında kaybolan meslekleri fotoğraflamak çok moda. Süpürgecisinden demircisine, bakırcısından saatçisine yığınla fotoğraf bir o kadar seri-proje üretildi, üretilmeye devam ediyor. Şu sıralar bu durumun aksine belli bir konsept içerisinde kaybolmayan meslekleri görüntülemeye çalışıyorum. İyice olgunlaştıktan sonra paylaşırız.

Samimi sohbetiniz için teşekkürler.
Ben teşekkür ederim.

Ara Güler Arşiv Serisi - İstanbul'un Vapurları

 Kıyıda, iskeledeki çocuklar, Haliç’in kayıkçıları her birini isimleriyle ezberlediğimiz şehir hatları vapurları, tepelerden koşa koşa indiğ...