
Eserlerinde heykelsi ve resimsel nitelikleri vurgulamak Mapplethorpe'u kariyeri boyunca yönlendiren bir dürtüdür. "Photo-Seccessionists" akımın Stieglitz, Day ve Steichen gibi isimlerinin yanı sıra fotoğrafın öncüsü Nadar'dan büyük ölçüde etkilenen Mapplethorpe'un fotoğrafları 1970'lerin başında klasik bir form anlayışına doğru evrilir. Buna paralel olarak, Polaroid'i bırakıp, kare formatlı vizörün sınırları içinde daha yavaş çalışmasını zorunlu kılan Hasselblad 500'ü kullanmaya başlamasıyla sanatında doğaçlamayı bütünüyle terk eder.
Bu yalın kompozisyonlara büyük bir denetim ve formlara yönelik takıntılı sayılabilecek bir ilgi hakimdir. Özün açığa çıkartılması, nesnenin gerçeğe uygun olarak yeniden üretimini ikinci plana atmak pahasına fazlalıklardan arındırılmasını gerektirir. Susan Sontag'in sözleriyle, Mapplethorpe'un eserleri "birşey hakkında bir gerçek değil, o şeyin en güçlü hali" dir. Fotoğrafın anlatımcı yönü bütünüyle bastırılır ve biçimin kendisi nihai öncelik haline gelir.
Mapplethorpe'un ışık ve hareket üzerindeki mutlak kontrolü üretim sürecinde önemli bir faktördür. Chiaroscuro varyasyonları geometrik formlara hacim kazandırırken, hareketsizlik heykelsi etkiyi güçlendirir. Zamanda asılı kalmış olmakla birlikte her bir imaj önceden hesaplanarak rastlantısallığı tamamıyla bertaraf eden, uzun ve zahmetli mise-en-scene'lerin sonucudur.