Gezgin ve sokak fotoğrafçısı Melissa Mey ile sanat ve fotoğrafa dair söyleşi;
Mey, genç yaşta başladığı fotoğraf macerası üniversite yıllarında plastik sanatlara yönelse de profesyonel olarak yapmaya karar verdiği eski tutkusu olan fotoğrafa nasıl döndüğünü ve fotoğrafa dair görüşlerini paylaştı. (9 Ekim 2013)
Fotoğrafa çok genç bir yaşta ilgi duymaya başlamışsınız, sizi fotoğrafa yönelten süreci kısaca anlatabilir misiniz?
Bazı anları çok net hatırlarsınız tüm bir zaman içinde ki bende o anı çok net hatırlıyorum. Fotoğraf hikayem eve gelen bir akrabamın zenith marka kamerasını çok beğenip, almak istemekte ısrar edince harçlığımı biriktirip almamla başladı. 9 yaşındaydım ve fotoğraf konusunda hiçbir fikrim yoktu. Aileden gelen bir eğitim ya da usta çırak ilişkisi de olmadı ne yazık ki. Tamamen bir sihirli kutuydu benim hayal dünyam için ve tüm harçlığımı yiyen ama aşık olduğum bir canavar. Sokağımızdaki ( ki hala duruyor ) fotoğraf stüdyosuna baskı ve film için gittiğimde bulduğum fotoğraf dergilerinden başladı ilk eğitimim. Elbette bu konuda ilk ustam Ara Güler olmuştur. Klasik bir hikaye gibi görünse de bu benim hikayem ve ustalar başrolde.
Eğitiminizi güzel sanatlarda resim ve heykel alanında tamamladıktan sonra yüksek lisans yapmışsınız. Güzel sanatlar disiplininden gelen bir fotoğrafçı olarak aldığınız eğitimin fotoğraflarınıza ne gibi etkileri oldu?

Üniversiteden sonra bir süre kişisel ve karma resim sergilerine katılıyorken fotoğrafa geri dönüşünüz nasıl oldu?
Fotoğraf hep hayatımın içindeydi ama hiç profesyonel anlamda düşünmüyordum. Başladığım yıllarda foto muhabirlik fikri yaygınken sonraları hep sinema ve yönetmenlik düşünmüştüm. Yine de resim eğitimi aldığım yıllarda yan sanat olarak fotoğraf atölyesine uğrar maalesef 2 atölye seçme şansım olmadığından resime katkısı nedeniyle heykeli seçerek fotoğrafa sessizce devam ederdim. Bu süreçte çok fazla yurt dışı sanat kolonilerine katılıyordum. Ancak resim yapmak dışında ,”içinde görünmez bir japon mu var” diye alay edilecek kadar da fotoğraf çekiyordum. Yine böyle bir yurt dışı kampında bizimle aynı ortamda bulunan kalabalık bir fotoğraf grubunun (fotomaroton amaçlı) beni keşfi ve davetiyle hemen oracıkta yarışmaya katıldım ve jüriden “özel göz” ünvanı aldığımda artık fotoğrafa dönmeliyim dedim. Türkiye’ye döndüğümde de artık bir seçim yaparak fotoğrafa yöneldim. Beyaz müzayede de uzun süre fotoğraflarımla yer aldım ve resimi ikinci plana attım.
Güncel sanat dünyasında disiplinler birbirine geçmiş durumda, fotoğraf ve resmin bir arada olduğu karma bir çalışma yapmayı düşündünüz mü?
Resim uzun yıllar eğitimini aldığım, beni etkileyen ve çok sevdiğim bir sanat dalı. Fotoğrafta çok küçük yaşta ilgilenmeye başladığım bir alan, belki ileride fotoğraflarımı elle boyadığım bir çalışma yapabilirim. Elbette düşünüyorum. Çok fazla proje var üzerinde çalışıp not aldığım. Zaman ve imkanlar bunları gün ışığına çıkaracaktır.
Hatta bu tarz çalışmalar yapan, çalışmalarını çok beğendiğim yabancı bir fotoğrafçı var. (örn:Geçen yıl Türkiye de sergisi olup bir çoğunuzun hatırlayacağı bir isim mesela ,hem fotoğraflarındaki felsefe, hem fotoğraf ve elle boyama tekniği uygulayan Youssef Nabil gibi bir elle boyama serisi sergilerim belki yakında. Neden olmasın.) Teknik anlamda oldukça geniş bir yelpazem var hayallerim ise zaten yeterince geniş.
Fotoğraflarınızda photoshop müdahalesi yok, sizin için fotoğraf yalın kalması gereken bir belge midir?

Çalışmalarınızda seyahat ve sokak fotoğraflarının ağırlıkta olduğunu görüyoruz. Kurgu yerine kendi halinde akan yaşamı fotoğraflamanızın nedeni nedir?

Şu an hayatın içinden doğal kareler yakalamayı seviyorum ve benim için fotoğrafın asıl kaynağı bu. Kurgusal fotoğraflarım da oluyor ama onlarda bile mekana müdahale etmiyorum. Amacım sadece izleyiciyle aynı duygu ve düşüncede buluşabilmek. Benim o kareyi çekerken ve sonrasında bakarken hissettiklerimi izleyici de hissediyorsa başarmış oluyorum. “Şehir İzleri” sergimdeki hiç bir işimde photoshop yoktu ancak çok iyi fotoğrafçı dostlarımın bile şaşırıp “nasıl çektin , bu nedir” demeleri, üzerinde photoshop- manipülasyon uyguladığımı düşünmeleri benim için zaten yeterliydi.

Graffitiler benim için çok özel çalışmalar, Türkiye’de graffiti pek tanınmazken, graffiti denince aklımıza duvar yazıları (örneğin Nuri Alço) gelirken ben yurtdışında çok güzel örneklerini görüp keşke bizde de olsa diyordum. Beni yazılı olanlar değil de “bansky” tarzı resimsel olanlar ilgilendiriyor. Onlar içinde de tarzım var elbet. Graffitiyi seviyorum çünkü bir şehri, sokağı ve insanları tanımanın en iyi yolu olduğunu düşünüyorum. Onlardaki anarşist yapıyı seviyorum. Yasaktır graffiti yapmak ve o yasakları delen ruhu seviyorum. Sokağın ruhunu , sanatını seviyorum. Dışa vurumcu ve kural tanımayan bir tarzı var graffitinin ki zaten herkesin göremeyeceği ara sokaklar ya da tren yolları üzerinde görebiliyoruz bu çalışmaları.
Bu konuyla ilgili Ekrem KAHRAMAN ustamızın beni çok iyi anlatan bir yazısı var “Şehir İzleri ya da Melissa Mey’in Gözleri” adında. Dileyen web sitemden okuyabilir bu yazıyı. (www.melissamey.com)
Açtığım graffiti sergisinden sonra özellikle graffiticilerden güzel tepkiler aldım. Son zamanlarda ülkemizdeki graffiti çalışmalarının arttığını görmek beni mutlu ediyor. Graffiti gördüğünde çekip bana yolluyor ya da yapacakları zaman bana haber veriyorlar. Ama ben kendim bulup avlamayı daha çok seviyorum.. Graffiti fotoğraflarından oluşan kitabım yakın bir zaman sonra yayımlanacak, şu dönem bu konu üzerinde çalışıyorum.
Seyahatlerinizde sizi en çok etkileyen ülke veya şehir hangisi oldu?
Çok fazla sanırım. Her yerde beni etkileyen bir şey mutlaka oluyor. Graffiti açısından Paris benim için bir cennet. Çalışmalarımın çoğunu orada çektim ve sadece graffiti çekmek için defalarca gidip 12 saat sokaklarında graffiti aradım. Şimdi Brazilya, Londra ve Berlin’e de graffiti çekmek için gitme planı yapıyorum. Genel olarak beni en çok etkileyen ülke İtalya, İspanya ve Yunanistan'dır. Bu ülkelerde kendimi evimde gibi hissediyorum. Polonya muhteşem doğası ve ormanlarıyla beni etkilemişken, Stockholm ise inanılmaz bir huzur ve müze cenneti olarak beni büyülemiştir. Ancak Afrika, Avustralya ve Yeni Zelanda kesinlikle efsunlu yerler benim için. Herkesin ölmeden önce görmesi gerektiğine inanıyorum.
Fotoğrafa analog ile başlayan biri olarak dijitalin eksileri ve artıları nedir sizce? Halen analog makine kullanıyor musunuz?
Ben tüm ekipmanlarımı saklarım. Onlarla özel bağlarım var, atamam, satamam. Bu nedenle ilk kameram dahil hepsi duruyor. Analog kameralarım da duruyor. Analog fotoğrafı özledim ve yakın zamanda yine onlarla çekim yapmayı düşünüyorum.
Dijital kameraların artısı kötü fotoğraf çekme şansınızı en aza indirecek kadar iyi , kusursuz , hızlı tasarlanmış olmaları.
Dijital fotoğraf analogdan gelen göz disiplinini bozuyor çünkü dijitalde çok fazla kare çekebiliyorsunuz ve çekmek istediğiniz asıl kareyi oluşturmak için fazla emek harcamanıza gerek kalmıyor. Bu emek ki düşünmeyi, kurgulamayı, manuel olarak herşeyi saniyeler içinde karar verip halledip çekimi yapmanızı içeriyor. Oysa son yıllarda giderek gelişen teknoloji tüm bunlara çok kolay erişim sağlarken fotoğraf çekenin bu detayları bir kenara koyup sadece seri halde deklanşöre basmasına yüzlerce fotoğraf çöplüğü oluşturup bunların içinden en iyiyi bulup onu croplayıp işleyip yeni bir kare çıkarmasına neden oluyor ki bunda disiplin ve beceri – başarı göremiyorum. Aslolan ne çekeceğini bilmek ve o an yakalayıp çekebilmektir. Tek kare. Şöyle düşünün; elinizde 36 karelik bir film olsa ya da dijital makinenizdeki cf kartınızda son 36 kare kalmış olsa ne yapardınız? Bence herkes önce ciddi bir panik olup karttan kötüleri eleyip boş alan yaratma telaşına girerdi. İşte demek istediğim tam da bu. Yarışmalarda çok iyi fotoğraf çekenlerin ellerine son 36 kareyi verip çekime göndermeyi denemek isterdim. Merak ettiğim elbet sonuç olurdu. İşlenmemiş o makinede göreceğim sonuç. Orada doğru kadraj, kompozisyon ve ışık var mı ?
Analog makine göz disiplini oluşturma ve doğru kareyi yakalama açısından dijitale göre daha eğitici olabilir. Benim önerim son 36 kareymiş gibi kendilerini deneyip bir gün öyle çekime çıkmaları olacaktır.
Analog zamanlarda ana yemek olan fotoğraf dijital dönemde fast-food oldu diyebilir miyiz? Fotoğraf üretiminin ve erişimin kolay olması fotoğrafın gücünü azaltmış mıdır?
Yaşadığımız tüketim çağında her şey fastfood tadındayken fotoğraf da bundan etkilenmiştir elbet. Herkesin fotoğraf çekebiliyor olması ve erişiminin kolaylaşması fotoğrafı değersizleştirmiş gibi görünse de ben buna katılmıyorum. Elbette büyük çoğunluk hala fotoğrafı sanat olarak görmüyor ama beni de onların ne düşündüğü ilgilendirmiyor. Sanatçı için seçenekler vardır. Çıkış noktaları. Bu yazıyla , resimle, heykelle olabileceği gibi fotoğrafla da olabilir. İyi işleri olan, fotoğrafı sanat yapan sanatçılar var ama sanırım bu algı biraz da ülkemizde fotoğrafın sanat olarak görülmemesinden de kaynaklanıyor olabilir. Umarım birgün gerçek anlamda sanatı göreceğiz ve gerçek değerini bileceğiz. Hobi ressamları gibi hobi fotoğrafçılar da biraz gerçeği gördüklerinde olacak umuyorum. Ama asıl görev galeri, eleştirmen ve küratörlerde. At gözlüğü takıp aynı yöne bakarak işimiz zor. Yüzümüzü önce içimize dönmedikçe de zor. Ama ne demiş söz ; “güneş doğduğu sürece umut var demektir.” Sonuç olarak fotoğraf ilk günden itibaren güçlüydü ve her zamanda öyle olacak. Bu tartışılamaz bir gerçektir. Şu an dünyada fotoğraftan beslenmeyen birşey söyleyebilir misiniz bana? Yazı, söz , ses, görüntü …. Bunların gücü hiç bitmez. (İçine ruhun , aşkın, samimiyetin ve özgünlüğün girdiği bir yerde güç bitmez tam aksi çoğalır. Fotoğrafta bunlar varsa güçlüdür)
Ülkemizdeki fotoğrafa olan ilgi ve yapılan çalışmalar (sergi, etkinlik, yayın) hakkındaki düşünceleriniz nedir? Sergi ve etkinlikleri takip ediyor musunuz?
Yayımda “Fotoğraf Dergisini” takip ediyorum. Sergileri de kaçırmamaya çalışıyorum. Yeterli bulmasam da sadece fotoğraf sergisi yapan galerilerin olması bile bana çok cesurca geliyor. Onları gerçekten kutluyorum. Umarım yakında benimle de sergi yapmaları gerektiğini anımsarlar. Diğer galeriler de yavaş yavaş fotoğrafla ilgilenmeye başladılar umarım bu ilgi devam eder. Açılışlara yurt içinde oldukça gidip sanatçının yanında olmaya çalışıyorum , eğer ülkede değilsem bizzat sanatçıdan bilgi alıp inceliyorum. Her gün tüm dünyadan fotoğraf sergi haberlerini de takip ediyor , dünyada neler olup bitiyor ciddi bir şekilde izliyorum. Ne yazık ki durum bizdekinden uçurum derece de farklı. Örnek vermek gerekirse bizde hala edisyonlu fotoğrafa olumsuz bakılıyor. Oysa fotoğraf bir baskı sanatıdır. Litografi gibi gravür gibi çoğaltılır. Elbette sayısı değerini değiştirir ama bırakında bir fotoğraf 5 edisyon olabilsin. Bu konuda benim koleksiyonerlerim oldukça tutucu. Hepsi mono print istiyor. Zaten bende az edisyonlu ve çoğunlukla mono basıyorum. Bir de fırsat buldukça “İstanbul Modern’in” kütüphanesine gidip fotoğrafla ilgili tüm kitapları okumaya çalışıyorum. Öneririm.
Elbette her iki alanda da beğendiğim, saygı duyup hayran olduğum çok örnek var. Ancak etkilenmek denildiğinde -ki bunu işlerimde görmeyi beklersiniz- öyle isimler yok. Resimde Rönesans ve Barok dönem beni hep etkilemiştir. Mitoloji-ikonografi ve resimde kullanılan sembollerde (tez konum) uzmanlık alanım olduğundan konuyla ilgili tüm işler beni etkilemiştir. Fotoğrafta da elbette klasik tüm üstadları beğenirim. Çok klasik olacak belki ama fotoğrafta gözümü açtığım Ara Güler olduğundan O’nun yeri hep ayrı olmuştur. O benim kutup yıldızım gibidir. Yüzüm hep ona dönük ve ışığını hep görürüm. Etkilendiğim değil ama beğendiğim: kurgusalda, La Chapelle, foto felsefesiyle bana yakın ;Youssef Nabil, gezi fotoğraflarıyla ; A. Pavan, siyah beyazda H. Koentjoro , landscape ‘te K.Browko şu an aklıma gelenler oldu.
İnternet dünyadaki sanatçıların çalışmalarını takip etmemiz açısından çok büyük bir imkân sağlıyor. Sürekli takip ettiğiniz ve önerebileceğiniz siteler var mı?
Dediğim gibi yurt dışından her gün onlarca mail alıp sergi ve benzer haber aldığım siteler var. Ancak onları takip edecek sabırda olacaklarını sanmıyorum. Hepsi sanatsal fotoğraflar ki bizde pek beğeni alacak şeyler değil. (bizde hâlâ ağlayan sümüklü çocuk ve yaşlı insan portreleri revaçta)
Ama TFSF nin sayfasını takip edebilirler orada da linkler var. Fotoğraf dergisi gibi yayınları , IFSAK gibi büyük bir derneği ve FotoğrafEvi gibi köklü bir kurumu ve onların linklerini takip etsinler, bol bol kitap okuyup araştırsınlar derim.
Fotoğrafa meraklı olan ve kariyerini bu alanda sürdürmek isteyenlere ne gibi tavsiyeleriniz olur?
Bu yakın çevremden de sıkça aldığım bir soru, yine klasik olacak ama çok sevmek diyebilirim. Bu işin keyifli tarafı yanında zorluklarına da göğüs germeleri gerektiğini ve bu işi aşkla yapmalarını tavsiye edebilirim. Son zamanlarda herkeste bir heves gidip en iyi kamera ve objektifleri alıp yine aynı hız ve hevesle fotoğraf gruplarına katılıp çekim yapıp yarışma, ödül ve ardından bir de sanatçı yazan sayfalarını oluşturup fotoğrafa adım atanlar, bol bol okuyup araştırın. Teknik anlamda değil sadece. Kültür ve felsefesini de okuyup bilin fotoğrafın. Tarihini de bilin. Sonra sadece keyifli yüzünü değil, zorluklarında da yanında kalmayı bilin. Fotoğrafın iyi yanları dışında zorluklarına da katlanabileceklerini düşünüyorlarsa zaten yolları açıktır. Bir de özgün olmayı unutmasınlar. Taklitler her zaman asıllarını yaşatır. Kendilerini bulup o yolda devam etmelerini , etik olmalarını öneriyorum. Sanat tarihi ancak o zaman sayfalarına alacaktır onları.
Samimi sohbetiniz için teşekkürler.
Ben teşekkür ederim.
Röportaj:Göksel Kayış
Bu röportajın tamamı veya bir kısmı, kaynak ve link gösterilmek koşulu ile yayınlanabilir.
Samimi sohbetiniz için teşekkürler.
Ben teşekkür ederim.
Röportaj:Göksel Kayış
Bu röportajın tamamı veya bir kısmı, kaynak ve link gösterilmek koşulu ile yayınlanabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder