İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi, “Habitat”
sergisiyle Türkiye güncel fotoğraf alanının önde gelen
sanatçılarının yaşam alanları üzerine farklı yaklaşımlarına
yer veriyor. Sergi, İstanbul Modern Fotoğraf Danışma Kurulu’yla
birlikte seçilen 13 sanatçının üretimlerini, habitat
kavramı çerçevesinde bir araya getiriyor. İstanbul Modern, güncel
fotoğraf alanının öne çıkan sanatçılarını, kavramsal bir
çerçeve etrafında bir araya getirerek Türkiye’de fotoğrafın
bugününe ve geleceğine dair yeni eğilimleri takip ediyor.
“Habitat” sergisi, 2016 yılında Avrupa fotoğrafına adanan
PHotoEspaña Fotoğraf Festivali kapsamında Festival Davetli Sergi
Mekânı olarak konumlandırıldı.
Merih Akoğul, Orhan Cem
Çetin, Murat Germen
ve Sıtkı
Kösemen’in
danışmanlığında,
küratörlüğünü Sena Çakırkaya’nın üstlendiği
“Habitat”, insanın kent ve doğal yaşamla ilişkisi,
göç, kentsel dönüşüm, yolculuk, kişisel alan ve distopya gibi
konuları ele alıyor. Her geçen gün yeniden tanımlanan mekân
kavramının izini süren “Habitat” sergisinde; konuya
dair farklı bakış açılarını sunan Kürşat Bayhan, Kerem
Ozan Bayraktar, Zeynep Beler, Görkem Ergün, Beril Gür, Çağlar
Kanzık, Oğuz Karakütük, Barbaros Kayan, Gündüz Kayra, Neslihan
Koyuncu, Desislava Şenay Martinova, Ali Taptık ve Serkan
Taycan’ın fotoğraf ve videoları yer alıyor. Sergi, 23
Aralık 2015 - 22 Mayıs 2016 arasında İstanbul Modern Fotoğraf
Galerisi’nde görülebilecek.
Yaşamın
temel devinim ve çatışmalarının sahnesini tanımlayan
kavramlardan birini kendine isim ve konu olarak seçen “Habitat”
sergisi, fotoğraf aracılığıyla bu sahnenin farklı hâllerini,
algılanış şekillerini ve zaman içinde geçirdiği dönüşümleri
bir araya getiriyor. Fiziki olarak neredeyse her gün yeniden
üretilen ve tanımlanan, bu nedenle de zaman içinde toplumsal
bellekle çelişkili bir aidiyet ilişkisi kuran mekânlara yer
veriyor. Diğer yandan sergi, var olan farklı toplumsal dinamiklerin
girdiği ilişkiler veya çekilen sınırlar sonucunda birbirleriyle
çatışan habitatlara odaklanıyor. “Habitat”, yaşam alanlarını
oluşturan farklı etmenlere söz hakkı vermeyi, böylece değişen
güç dengelerinin izini objektif bir şekilde sürmeyi hedefliyor.
Çaresizlik
ve iktidarın, hayaller ve gerçeklerin farklı temsilleri
Kentlerin
sürüklendiği dönüşümler karşısında bireylerin direnme
çabasının, insanın ideal yaşam alanını kimlerin
tanımlayabileceğinin ve mevcut koşulların bize sunduklarının
halen kuvvetle tartışıldığına değinen küratör Sena
Çakırkaya, “Habitat” sergisinin yaşam alanı üzerine farklı
tahayyülleri bir araya getirdiğini belirtiyor: “Metropollerin
bitki örtüsü ve kırsal alanlar üzerindeki iktidarı, değişen
politikalar ve nüfus dengeleriyle sürekli geri dönüşüme maruz
kalan şehir hafızası, barınma hakkı için verilen yaratıcı
mücadele gibi konular, var olabilmek için gereken temel ihtiyaçlara
dikkat çekiyor. İş bulabilmek veya sadece ‘kendini bulabilmek’
için kat edilen yollar, duvarlar arasında çıkılan yolculuklar,
çizdiğimiz fiziksel veya hayali sınırlar yaşam ve mekân
algımızı çerçeveliyor. Kendimizi daha güvende hissetmek için
savunma veya saldırı tercihlerimiz yaşam stratejilerini
belirliyor. Nihayetinde yaşamlarımızın ortak sahnesi olan habitat
üzerinde söz sahibi olma çabamız; çaresizlik ve iktidarın,
hayaller ve gerçeklerin farklı temsillerini bir araya getiriyor.”
13
sanatçıdan yaşam alanları üzerine farklı yaklaşımlar
Kürşat Bayhan’ın yaklaşık beş yıllık süreçte
ortaya çıkardığı “Evden Uzakta” (2006-2012) projesi,
Anadolu’dan İstanbul’a göçen insanların yaşamına
odaklanıyor ve sonra bu kişilerin geldikleri memleketlerini de
görüntüleyerek onların göçle birlikte eksilen yaşamlarına
tanıklık ediyor.
Kerem
Ozan Bayraktar’ın “Klimalar” (2015) serisi, dijital
müdahale yoluyla bina cephesi fotoğraflarından pencerelerinin
kaldırılarak klima, doğalgaz borusu gibi iklimlendirme araçlarının
belirgin kılınmasına dayanıyor. Çalışmanın çıkış
noktasını, barınma alanlarımızdaki doğal hava koşullarıyla
mücadele çabamız gibi bizim için çok kanıksanmış bir durumun
sıradanlığına dikkat çekerek, yaşam alanlarımızda
oluşturduğumuz kapalı sistemi görünür kılmak oluşturuyor.
Zeynep Beler, “Konaklar” (2014) adlı serisinde İzmir,
Urla’daki yapılmaya başlanan ama çeşitli nedenlerden dolayı
yarım kalan ve terk edilen güvenlikli sitelerin tuhaf tenhalığıyla,
Türkiye’de göçle beraber artmaya devam eden barınma ihtiyacına
karşılık, ihtiyacın çok üstünde yapılan lüks konutların
ciddi bir arz fazlası yarattığına dikkat çekiyor.
Görkem Ergun, “Yağma” (2015) serisinde insanın avcılık
ve öldürme üzerine oynadığı sonu belli oyunun keyfi ve
manipülatif yanlarını ifşa ediyor. Kamusal heykeller ve buluntu
av fotoğrafları arasında kurduğu ilişkide, bu görsellerin
siluetlerine yansıyan iktidarın anıtsal simgelerini ortaya
çıkarıyor.
Beril Gür, “Evden Sokak Fotoğrafları” (2011-2012)
serisinde Xavier de Maistre’in “Odamda Seyahat” kitabından
ilham alan “pencereler arası” yolculuğunda sokağa/kamusal
olana, özel olanın içinden bakıyor. Beril
Gür, evinin mahremiyetine gizlenerek yaptığı gözlemlerle,
çevresindeki günlük akışın sıradan ama bir o kadar da absürt
durumlarının anlatıcılığını üstleniyor.
Çağlar Kanzık, “Ceza” (2012) serisinde İstanbul’daki Bayrampaşa Cezaevi’nin duvarlarına mahkumların çizdiği kale direklerinden yola çıkıyor. Projenin ilk aşamasında bu çizimlerin olduğu duvarları görüntülüyor, sonraki aşamada ise bu görüntüleri sınırların olmadığı, ıssız bucaksız arazi fotoğraflarına yerleştirerek, toplumsal ve kişisel olarak konulmuş görünmeyen sınırlara işaret ediyor.
Oğuz
Karakütük,
“Delta” (2014-2015) serisinde, nehirlerin kat ettiği tüm
yollar boyunca taşıdığı taşların biçimlerini değiştirerek
sonunda bir delta yaratması gibi, yabancısı olduğu yerlere tek
başına yaptığı uzun yolculuklarda karşısına çıkan doğa
görüntüleriyle yepyeni bir gerçeklik kurgusu yaratıyor.
Barbaros Kayan, “Ayazma” projesinde kentsel dönüşüm
alanlarından İstanbul’un Ayazma bölgesinde yaşayan 15 ailenin
hikayesine odaklanıyor. Ayazma’da yaşayan bu aileler yıkımdan
sonra gidecekleri başka bir yer olmadığı için yıkıntılardan
barakalar inşa eder, bunların da yıkılmasından sonra o
kalıntılardan barakalarını yeniden kurarlar ve barınma haklarına
kavuşana dek bu döngüyü sürdürürler.
Gündüz Kayra, uzun süredir yaşadığı Ege’deki bir
kasabada ürettiği “Ege” (1990-2000) serisinde kentin kaotik
ortamından sonra kendisini karşılayan dinginlik manzaralarını
ortaya koyuyor. Sanatçı, yılın belirli zamanları kalabalıklar
tarafından kuşatıldıktan sonra, mevsim değişimiyle terkedilen
bu coğrafyanın kendi haline bırakılmış doğasında insanların
ardında bıraktığı izleri takip ediyor.
Neslihan Koyuncu’nun “Parmak İradesi” (2014) projesi,
sanatçının annesinin kanser olduğunu yeni öğrendiği ve bununla
mücadele etmeye başladıkları zamana dayanıyor. Fotoğraflarında
istemediği görüntüleri parmağıyla kapatarak hayatının ve
bulunduğu ortamın kontrolünü yeniden elde etmeye çalışıyor.
Desislava Şenay Martinova, “Gecenin Varlıkları”
serisinde, geceyi başlı başına bir habitat olarak kabul ederek,
hava karardıktan sonra ortaya çıkan bu insanların yaşam
alanlarını kayda alıyor. Geceleri şehirde yaşanan hayata
odaklanarak, belleğinde yer eden tuhaf anları, farklı zamanlarda
kişisel olarak tanık olduğu sıra dışı olay ve kişileri
fotoğrafla yeniden canlandırıyor.
Ali Taptık, 2010’dan beri devam ettiği “Bir Bitki
Örtüsüne Doğru” adlı projesinde şehir yaşamının içine
dahil edilmeye çalışılan veya kendiliğinden türeyen bitki
formlarını, tespit ve kategorize etmek amacıyla, detaylı bir
yaklaşımla ele alıyor. Şehirdeki bitkilere karşı farklı
tutumlarımıza, onları yaşatma ya da belki de tahakküm altına
alma konusundaki çaba ve hırsımıza odaklanıyor.
Serkan Taycan, “Kabuk” (2012) projesinde bugünün
İstanbul panoramasını yakın tarihte yaşanan şehirleşme
politikaları kapsamında ele alarak, oluşan bu yeni topografyayı
gözler önüne seriyor. İçinde birçok rengi ve katmanı
barındıran bu hafriyat görüntüsü, İstanbul’un çeşitli
yerlerinde yaşanan yıkımların yanı sıra, farklı mekân ve
zamanların döngüsünü de bir kesit olarak ortaya koyuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder