Mey, genç yaşta başladığı fotoğraf macerası üniversite yıllarında plastik sanatlara yönelse de profesyonel olarak yapmaya karar verdiği eski tutkusu olan fotoğrafa nasıl döndüğünü ve fotoğrafa dair görüşlerini paylaştı.
Fotoğrafa çok genç
bir yaşta ilgi duymaya başlamışsınız, sizi fotoğrafa yönelten süreci kısaca
anlatabilir misiniz?
Bazı
anları çok net hatırlarsınız tüm bir zaman içinde ki bende o anı çok net
hatırlıyorum. Fotoğraf hikayem eve gelen bir akrabamın zenith marka kamerasını
çok beğenip, almak istemekte ısrar edince
harçlığımı biriktirip almamla başladı. 9 yaşındaydım ve fotoğraf
konusunda hiçbir fikrim yoktu. Aileden gelen bir eğitim ya da usta çırak
ilişkisi de olmadı ne yazık ki. Tamamen bir sihirli kutuydu benim hayal dünyam
için ve tüm harçlığımı yiyen ama aşık olduğum bir canavar. Sokağımızdaki ( ki
hala duruyor ) fotoğraf stüdyosuna baskı ve film için gittiğimde bulduğum
fotoğraf dergilerinden başladı ilk eğitimim. Elbette bu konuda ilk ustam Ara
Güler olmuştur. Klasik bir hikaye gibi görünse de bu benim hikayem ve ustalar başrolde.
Eğitiminizi güzel
sanatlarda resim ve heykel alanında tamamladıktan sonra yüksek lisans
yapmışsınız. Güzel sanatlar disiplininden gelen bir fotoğrafçı olarak aldığınız
eğitimin fotoğraflarınıza ne gibi etkileri oldu?

Üniversiteden sonra
bir süre kişisel ve karma resim sergilerine katılıyorken fotoğrafa geri
dönüşünüz nasıl oldu?
Fotoğraf
hep hayatımın içindeydi ama hiç profesyonel anlamda düşünmüyordum. Başladığım
yıllarda foto muhabirlik fikri yaygınken sonraları hep sinema ve yönetmenlik
düşünmüştüm. Yine de resim eğitimi aldığım yıllarda yan sanat olarak fotoğraf atölyesine
uğrar maalesef 2 atölye seçme şansım
olmadığından resime katkısı nedeniyle heykeli seçerek fotoğrafa
sessizce devam ederdim. Bu süreçte çok fazla yurt dışı sanat kolonilerine
katılıyordum. Ancak resim yapmak dışında ,”içinde görünmez bir japon mu var”
diye alay edilecek kadar da fotoğraf çekiyordum. Yine böyle bir yurt dışı
kampında bizimle aynı ortamda bulunan kalabalık bir fotoğraf grubunun (fotomaroton
amaçlı) beni keşfi ve davetiyle hemen oracıkta yarışmaya katıldım ve jüriden
“özel göz” ünvanı aldığımda artık fotoğrafa dönmeliyim dedim. Türkiye’ye
döndüğümde de artık bir seçim yaparak fotoğrafa yöneldim. Beyaz müzayede de
uzun süre fotoğraflarımla yer aldım ve resimi ikinci plana attım.
Güncel sanat
dünyasında disiplinler birbirine geçmiş durumda, fotoğraf ve resmin bir arada
olduğu karma bir çalışma yapmayı düşündünüz mü?
Resim
uzun yıllar eğitimini aldığım, beni etkileyen ve çok sevdiğim bir sanat dalı.
Fotoğrafta çok küçük yaşta ilgilenmeye başladığım bir alan, belki ileride
fotoğraflarımı elle boyadığım bir çalışma yapabilirim. Elbette düşünüyorum. Çok
fazla proje var üzerinde çalışıp not aldığım. Zaman ve imkanlar bunları gün
ışığına çıkaracaktır.
Hatta
bu tarz çalışmalar yapan, çalışmalarını çok beğendiğim yabancı bir
fotoğrafçı var. (örn:Geçen yıl Türkiye de sergisi olup bir çoğunuzun hatırlayacağı
bir isim mesela ,hem fotoğraflarındaki felsefe, hem fotoğraf ve elle boyama tekniği uygulayan
Youssef Nabil gibi bir elle boyama serisi sergilerim belki yakında. Neden
olmasın.) Teknik anlamda oldukça geniş bir yelpazem var hayallerim ise zaten
yeterince geniş.
Fotoğraflarınızda
photoshop müdahalesi yok, sizin için fotoğraf yalın kalması gereken bir belge
midir?

Çalışmalarınızda
seyahat ve sokak fotoğraflarının ağırlıkta olduğunu görüyoruz. Kurgu yerine kendi
halinde akan yaşamı fotoğraflamanızın nedeni nedir?

Şu
an hayatın içinden doğal kareler
yakalamayı seviyorum ve benim için fotoğrafın asıl kaynağı bu. Kurgusal
fotoğraflarım da oluyor ama onlarda bile mekana müdahale etmiyorum. Amacım
sadece izleyiciyle aynı duygu ve
düşüncede buluşabilmek. Benim o kareyi çekerken
ve sonrasında bakarken hissettiklerimi izleyici de hissediyorsa başarmış oluyorum. “Şehir İzleri” sergimdeki
hiç bir işimde photoshop yoktu ancak çok iyi fotoğrafçı dostlarımın bile
şaşırıp “nasıl çektin , bu nedir”
demeleri, üzerinde photoshop-
manipülasyon uyguladığımı düşünmeleri benim için zaten yeterliydi.

Graffitiler benim için çok özel çalışmalar, Türkiye’de graffiti pek tanınmazken, graffiti denince aklımıza duvar yazıları (örneğin Nuri Alço) gelirken ben yurtdışında çok güzel örneklerini görüp keşke bizde de olsa diyordum. Beni yazılı olanlar değil de “bansky” tarzı resimsel olanlar ilgilendiriyor. Onlar içinde de tarzım var elbet. Graffitiyi seviyorum çünkü bir şehri, sokağı ve insanları tanımanın en iyi yolu olduğunu düşünüyorum. Onlardaki anarşist yapıyı seviyorum. Yasaktır graffiti yapmak ve o yasakları delen ruhu seviyorum. Sokağın ruhunu , sanatını seviyorum. Dışa vurumcu ve kural tanımayan bir tarzı var graffitinin ki zaten herkesin göremeyeceği ara sokaklar ya da tren yolları üzerinde görebiliyoruz bu çalışmaları.
Bu
konuyla ilgili Ekrem KAHRAMAN ustamızın beni çok iyi anlatan bir yazısı var
“Şehir İzleri ya da Melissa Mey’in Gözleri” adında. Dileyen web sitemden
okuyabilir bu yazıyı. (www.melissamey.com)
Açtığım
graffiti sergisinden sonra özellikle graffiticilerden güzel tepkiler aldım. Son
zamanlarda ülkemizdeki graffiti çalışmalarının arttığını görmek beni mutlu
ediyor. Graffiti gördüğünde çekip bana
yolluyor ya da yapacakları zaman bana haber veriyorlar. Ama ben kendim bulup avlamayı daha çok
seviyorum.. Graffiti fotoğraflarından
oluşan kitabım yakın bir zaman sonra yayımlanacak, şu dönem bu konu üzerinde
çalışıyorum.
Seyahatlerinizde
sizi en çok etkileyen ülke veya şehir hangisi oldu?
Çok
fazla sanırım. Her yerde beni etkileyen bir şey mutlaka oluyor. Graffiti açısından
Paris benim için bir cennet. Çalışmalarımın çoğunu orada çektim ve sadece
graffiti çekmek için defalarca gidip 12 saat sokaklarında graffiti aradım.
Şimdi Brazilya, Londra ve Berlin’e de graffiti çekmek için gitme planı yapıyorum.
Genel olarak beni en çok etkileyen ülke
İtalya, İspanya ve Yunanistan'dır. Bu
ülkelerde kendimi evimde gibi hissediyorum. Polonya muhteşem doğası ve ormanlarıyla beni
etkilemişken, Stockholm ise inanılmaz bir huzur ve müze cenneti olarak beni
büyülemiştir. Ancak Afrika, Avustralya ve Yeni
Zelanda kesinlikle efsunlu yerler benim için.
Herkesin ölmeden önce görmesi gerektiğine inanıyorum.
Fotoğrafa
analog ile başlayan biri olarak dijitalin eksileri ve artıları nedir sizce?
Halen analog makine kullanıyor musunuz?
Ben tüm ekipmanlarımı saklarım. Onlarla özel bağlarım var,
atamam, satamam. Bu nedenle ilk kameram dahil hepsi duruyor. Analog kameralarım
da duruyor. Analog fotoğrafı özledim ve
yakın zamanda yine onlarla çekim yapmayı
düşünüyorum.
Dijital kameraların artısı kötü fotoğraf çekme şansınızı en
aza indirecek kadar iyi , kusursuz , hızlı tasarlanmış olmaları.
Dijital fotoğraf analogdan gelen göz disiplinini bozuyor
çünkü dijitalde çok fazla kare çekebiliyorsunuz ve çekmek istediğiniz asıl
kareyi oluşturmak için fazla emek harcamanıza gerek kalmıyor. Bu emek ki
düşünmeyi, kurgulamayı, manuel olarak herşeyi saniyeler içinde karar verip halledip çekimi yapmanızı
içeriyor. Oysa son yıllarda giderek gelişen teknoloji tüm bunlara çok kolay
erişim sağlarken fotoğraf çekenin bu detayları bir kenara koyup sadece seri
halde deklanşöre basmasına yüzlerce fotoğraf çöplüğü oluşturup bunların içinden
en iyiyi bulup onu croplayıp işleyip yeni bir kare çıkarmasına neden oluyor ki
bunda disiplin ve beceri – başarı göremiyorum. Aslolan ne çekeceğini bilmek ve
o an yakalayıp çekebilmektir. Tek kare. Şöyle düşünün; elinizde 36 karelik bir film olsa ya da dijital makinenizdeki
cf kartınızda son 36 kare kalmış olsa ne
yapardınız? Bence herkes önce ciddi bir panik olup karttan kötüleri eleyip boş
alan yaratma telaşına girerdi. İşte demek istediğim tam da bu. Yarışmalarda çok
iyi fotoğraf çekenlerin ellerine son 36 kareyi verip çekime göndermeyi denemek isterdim. Merak ettiğim elbet sonuç
olurdu. İşlenmemiş o makinede göreceğim sonuç.
Orada doğru kadraj, kompozisyon ve ışık var mı ?
Analog makine göz disiplini oluşturma ve doğru kareyi
yakalama açısından dijitale göre daha eğitici olabilir. Benim önerim son 36
kareymiş gibi kendilerini deneyip bir
gün öyle çekime çıkmaları olacaktır.
Analog
zamanlarda ana yemek olan fotoğraf dijital dönemde fast-food oldu diyebilir
miyiz? Fotoğraf üretiminin ve erişimin kolay olması fotoğrafın gücünü azaltmış
mıdır?
Yaşadığımız tüketim çağında her şey fastfood tadındayken fotoğraf
da bundan etkilenmiştir elbet. Herkesin fotoğraf çekebiliyor olması ve
erişiminin kolaylaşması fotoğrafı değersizleştirmiş gibi görünse de ben buna
katılmıyorum. Elbette büyük çoğunluk
hala fotoğrafı sanat olarak görmüyor ama beni de onların ne düşündüğü ilgilendirmiyor. Sanatçı
için seçenekler vardır. Çıkış noktaları. Bu yazıyla , resimle, heykelle
olabileceği gibi fotoğrafla da olabilir. İyi işleri olan, fotoğrafı sanat yapan
sanatçılar var ama sanırım bu algı biraz da ülkemizde fotoğrafın sanat olarak
görülmemesinden de kaynaklanıyor olabilir. Umarım birgün gerçek anlamda sanatı
göreceğiz ve gerçek değerini bileceğiz. Hobi ressamları gibi hobi
fotoğrafçılar da biraz gerçeği gördüklerinde olacak umuyorum. Ama asıl görev
galeri, eleştirmen ve küratörlerde. At
gözlüğü takıp aynı yöne bakarak işimiz zor.
Yüzümüzü önce içimize dönmedikçe de zor. Ama ne demiş söz ; “güneş doğduğu
sürece umut var demektir.” Sonuç olarak fotoğraf ilk günden itibaren güçlüydü
ve her zamanda öyle olacak. Bu tartışılamaz bir gerçektir. Şu an dünyada
fotoğraftan beslenmeyen birşey
söyleyebilir misiniz bana? Yazı, söz , ses, görüntü …. Bunların gücü hiç
bitmez. (İçine ruhun , aşkın, samimiyetin ve özgünlüğün girdiği bir yerde güç
bitmez tam aksi çoğalır. Fotoğrafta bunlar varsa güçlüdür)
Ülkemizdeki fotoğrafa olan ilgi ve yapılan çalışmalar (sergi, etkinlik, yayın)
hakkındaki düşünceleriniz nedir? Sergi ve etkinlikleri takip ediyor musunuz?
Yayımda “Fotoğraf
Dergisini” takip ediyorum. Sergileri de kaçırmamaya çalışıyorum. Yeterli bulmasam da sadece fotoğraf sergisi
yapan galerilerin olması bile bana çok cesurca geliyor. Onları gerçekten
kutluyorum. Umarım yakında benimle de sergi yapmaları gerektiğini anımsarlar. Diğer galeriler de yavaş yavaş
fotoğrafla ilgilenmeye başladılar umarım bu ilgi devam eder. Açılışlara yurt
içinde oldukça gidip sanatçının yanında olmaya çalışıyorum , eğer ülkede
değilsem bizzat sanatçıdan bilgi alıp inceliyorum. Her gün tüm dünyadan fotoğraf
sergi haberlerini de takip ediyor , dünyada neler olup bitiyor ciddi bir
şekilde izliyorum. Ne yazık ki durum
bizdekinden uçurum derece de
farklı. Örnek vermek gerekirse bizde hala edisyonlu fotoğrafa olumsuz bakılıyor.
Oysa fotoğraf bir baskı sanatıdır.
Litografi gibi gravür gibi çoğaltılır. Elbette sayısı değerini değiştirir ama
bırakında bir fotoğraf 5 edisyon olabilsin. Bu konuda benim koleksiyonerlerim
oldukça tutucu. Hepsi mono print istiyor.
Zaten bende az edisyonlu ve çoğunlukla mono basıyorum. Bir de fırsat buldukça
“İstanbul Modern’in” kütüphanesine
gidip fotoğrafla ilgili tüm kitapları
okumaya çalışıyorum. Öneririm.
Elbette her iki alanda da beğendiğim, saygı duyup hayran olduğum
çok örnek var. Ancak etkilenmek denildiğinde -ki bunu işlerimde görmeyi
beklersiniz- öyle isimler yok. Resimde Rönesans
ve Barok dönem beni hep etkilemiştir.
Mitoloji-ikonografi ve resimde kullanılan sembollerde (tez konum)
uzmanlık alanım olduğundan konuyla ilgili tüm işler beni etkilemiştir.
Fotoğrafta da elbette klasik tüm üstadları beğenirim. Çok klasik olacak belki ama
fotoğrafta gözümü açtığım Ara Güler olduğundan O’nun yeri hep ayrı
olmuştur. O benim kutup yıldızım
gibidir. Yüzüm hep ona dönük ve ışığını hep görürüm. Etkilendiğim değil ama beğendiğim:
kurgusalda, La Chapelle, foto
felsefesiyle bana yakın ;Youssef Nabil, gezi fotoğraflarıyla ; A. Pavan, siyah
beyazda H. Koentjoro , landscape ‘te K.Browko şu an aklıma gelenler oldu.
İnternet
dünyadaki sanatçıların çalışmalarını takip etmemiz açısından çok büyük bir
imkân sağlıyor. Sürekli takip ettiğiniz ve önerebileceğiniz siteler var mı?
Dediğim gibi yurt dışından her gün onlarca mail alıp sergi ve benzer haber aldığım siteler
var. Ancak onları takip edecek sabırda olacaklarını sanmıyorum. Hepsi
sanatsal fotoğraflar ki bizde pek beğeni alacak şeyler değil. (bizde hâlâ ağlayan sümüklü çocuk ve yaşlı insan portreleri revaçta)
Ama TFSF nin sayfasını takip edebilirler orada da linkler
var. Fotoğraf dergisi gibi yayınları , IFSAK gibi büyük bir derneği ve FotoğrafEvi gibi köklü bir kurumu ve onların
linklerini takip etsinler, bol bol kitap okuyup araştırsınlar derim.
Fotoğrafa
meraklı olan ve kariyerini bu alanda sürdürmek isteyenlere ne gibi
tavsiyeleriniz olur?
Bu yakın çevremden de sıkça aldığım bir soru, yine klasik
olacak ama çok sevmek diyebilirim. Bu işin keyifli tarafı yanında zorluklarına
da göğüs germeleri gerektiğini ve bu işi aşkla yapmalarını tavsiye edebilirim.
Son zamanlarda herkeste bir heves gidip en iyi kamera ve objektifleri alıp yine
aynı hız ve hevesle fotoğraf gruplarına katılıp çekim yapıp yarışma, ödül ve
ardından bir de sanatçı yazan sayfalarını oluşturup fotoğrafa adım atanlar, bol
bol okuyup araştırın. Teknik anlamda değil sadece. Kültür ve felsefesini de
okuyup bilin fotoğrafın. Tarihini de bilin. Sonra sadece keyifli yüzünü değil,
zorluklarında da yanında kalmayı bilin. Fotoğrafın iyi yanları dışında
zorluklarına da katlanabileceklerini düşünüyorlarsa zaten yolları açıktır. Bir
de özgün olmayı unutmasınlar. Taklitler
her zaman asıllarını yaşatır. Kendilerini bulup o yolda devam etmelerini
, etik olmalarını öneriyorum. Sanat tarihi ancak o zaman sayfalarına alacaktır
onları.
Samimi sohbetiniz için teşekkürler.
Ben teşekkür ederim.
Röportaj:Göksel Kayış
Bu röportajın tamamı veya bir kısmı, kaynak ve link gösterilmek koşulu ile yayınlanabilir.
Samimi sohbetiniz için teşekkürler.
Ben teşekkür ederim.
Röportaj:Göksel Kayış
Bu röportajın tamamı veya bir kısmı, kaynak ve link gösterilmek koşulu ile yayınlanabilir.
2 yorum:
Röportajı çok faydalı buldum. Melissanın fotograf sanatı ve özgeçmişini merakla okudum. Bizleri fotoğraf sanatıyla aydınlattığın için teşekkürler Melissa...
teşekkürler Doğan bey.. ilginiz, güzel yorumunuz için.
Yorum Gönder