Pazar

Ufuk Duygun Röportajı

Ankara’ da Çinçin Bağı isimli Türkiye’ nin en büyük varoşlarından birinde doğup büyüyen Ufuk Duygun’ un  fotoğrafla ilişkisi de o dönemler başlar. Babasının atölyesindeki sinema filmleri çocukluk günlerinde onun için sadece bir oyuncak olsa da bir daha bırakamayacağı fotoğrafa da ilk başlangıcı olacaktır. Abisinin fotoğraf makinesiyle çektiği birkaç kare fotoğrafla  geçireceği ömrünün ilk kareleri olur. Abisiyle beraber yağ tenekesinden yaptıkları agrandizör onun bütün zamanını karanlık odaya ayırmasını sağlar. 1972’ de babasının emekli olmasıyla İstanbul’ a taşınan Duygun Mimar Sinan Üniversitesi Fotoğraf Bölümünü kazanarak fotoğrafın mesleği olmasına çoktan karar vermiştir. Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Fotoğraf ve Video Programında öğretim görevlisi olan Duygun fotoğraf üretmeye ve bildiklerini öğrencileriyle paylaşmaya devam ediyor.


Ömer Faruk Okuduci: İlk fotoğrafla tanışmanız nasıl oldu?
Başladığım yıllar 1966 – 1967. İlk makine o zamanlar geçti elime. Ama benim değildi. Abimin makinesiydi. İnstamatic diye bir makine vardı. O makineyle birkaç kare çektim. Çektiğim karelerden bazıları durur hala. İlk baskımı 1968’ de yaptım. Buda nasıl oldu. Bir gün abim geldi. Fotoğraflarımızı kendimiz basalım dedi. Bende çok sevindim. Hayalini kurduğum bir şeydi. Fotoğrafçılığı öğrenmek film banyo etmek filmden baskılar yapmak. Banyolar falan getirdi.  Yağ tenekesinden bir agrandizör yaptık. İlk baskı denemesini yaptık fakat olmadı. Abim bıraktı.  Ertesi gün ben devam ettim ve başardım. Kendi kendime keşfettim yani nasıl basılacağını. O yağ tenekesiyle uzun yıllar baskılar yaptım. Film yıkamayı öğrenmem daha sonraları oldu. Onu da öğrendim nihayet. İlk başlangıcım bu şekilde oldu diyebilirim. İlk baskımı 1968’ de yaptım ama benim filmlerle uğraşmam daha eskiye dayanır. Babamın atölyesinde ben sinema filmleriyle perde üzerine gölgeler düşürmeye çalışırdım. Güneş ışığıyla, güneş ışığı ve mercekle.  Yaz aylarında çok keyifli bir uğraştı benim için. Benim oyuncağım oydu yani yazları.



Röportaj: Ömer Faruk Okuduci

Abinizin karanlık oda hakkında bilgisi var mıydı?
Yoktu. Duymuş bir yerden ama bilmiyordu. Abim bir daha uğraşmadı ama ben uğraştım.
Bir daha da bırakamadınız?
Yok bırakamadım. Hatta öğrencilik hayatımı bile etkiledi diyebilirim. Derslerimde çok başarılıyken sonra birden bire düşüşe geçti.
Makinenizi sürekli yanınızda taşıyor musunuz?
Bir kompakt makinem yanımda mutlaka vardır. Zaman zaman fotoğraf çekimine çıktığımda daha profesyonel bir makinem daha var. Onu da yanıma alıyorum. Kompakt makinemin yanıma almamın gayesi fotoğraf çekeceğim ortamlarda işte gazeteci ya da profesyonel fotoğrafçı kavramını atmak için. Böyle bir kavramla savaşmamak için. Çünkü insanlar böyle bir durumda biraz çekinebiliyorlar. Gazetecimisin ya da fotoğrafçımısın diye sordukları zaman  onlara vereceğiniz yanıta güvenmeyebiliyorlar. Bu nedenle işte belki de çekinceleri olduğundan dolayı profesyonel makinemi pek ortaya çıkartmıyorum. Kompakt amatör makinemi görünce sorunlar olmuyor. Daha bir güven veriyor. O fotoğraf makinesinin çekeceği fotoğrafların aslında basında ya da bir metada ortamda onların alehine kullanılmayacağı güvencesi oluyor herhalde. Bir problem çıkmıyor kompakt makinelerde. Şöyle özetleyeyim aslında. Kompakt makineyi görünce o makineyi adam yerine koyup çekince falan söz konusu olmuyor insanlarda. Rahatça çalışıyorum.

Ne tür ekipmanlar kullanıyorsunuz?

Çok çeşitli olabiliyor. Zaman zaman mesela makinemi alayımda biraz fotoğraf çekeyim dediğim zamanlarda oluyor ya da bazen fotoğraf makinemle hiç öyle bir niyetim yok iken de karşıma çıkan olaylar ya da gözlemler ya da beni etkileyen durumlarda fotoğraf çektiğim oluyor. Duruma göre değişebiliyor. Bazen fotoğraf çekmeye çıkmadan önce meditasyon yaptığımda olur. Oturup düşünmek şeklinde ya da bir kitap okumak olabiliyor. Masal kitabı dahil buna. Bundan sonra fotoğraf çekimine çıkayım dediğimde oluyor. Bu o anki haletiruhiyemle bağlı bir şey. Sonuçta fotoğrafçılığın içinde yaşamak benim zaten çok keyif aldığım bir süreç olduğu için dolayısıyla çok çeşitli şekillerde değerlendirebiliyorum. O anda ne yapmaktan hoşlanıyorsam fotoğrafta onu yapmayı tercih ediyorum. Bazen karanlık odaya gidip baskı yapmayı tercih ediyorum. Onu yaşamak istiyorum. Bazen konserve kutusundan yaptığım pinhole kamerayı alıp onunla çekime çıkıyorum. Çekime çıkma saati de değişebiliyor. Bazen gece çıkmak istiyorum lacivert saatlerde bazen akşam güneşinde çekim yapmak istiyorum. Değişebiliyor. Benim fotoğrafçılığı yaşama sürecimle ilgili. Nasıl ki bir kişi otomobil sürmeyi çok sever ama kimseye bunu gösterme ihtiyacı içinde değildir. Sırf onu yaşamak ister. Fotoğrafçılığı da böyle yaşamak keyif veriyor.

Çalışma şekliniz nasıl oluyor?


Bir tane tek objektifli refleks yani SLR makinem var. Güzel makine tabi ki hem keskinliği hem çözünürlüğü iyi sayılabilecek makine. Bir tripod mutlaka olmasında yarar var. Çekime giderken taşıyorum. Özellikle düşük ışık koşullarında çekim yapmamı sağlayabiliyor. Bunun yanı sıra birde basit bir kompakt makinem var. Onunda çözünürlüğü falan gayet iyi. Bir çanta mutlaka var. Ekipmanlarımı koymak açısından. Yedek objektiflerim olabiliyor. Fotoğraf makinesine ait piller ve şarj cihazları bunları da yanımda taşıyorum. Bir not defteri belki kalem oluyor. Not almak için.


Robert Capa’ nın “Çektiğiniz fotoğraflar yeterince iyi değilse yeterince yakın değilsinizdir.” der.  Buna katılıyor musunuz?
Ona katılıyorum. Hakikaten öyle bende zaten konuya yaklaşarak çekmeyi her zaman yeğliyorum. Buda tabi geniş açı objektifle olabiliyor. Dar sokaklar yada iç mekanlarda çalışırken geniş açı çalışmak zorundasınızdır. Buda zaten sizi konuya yaklaştırmış demektir. Yaklaştırmak mecburiyeti getirir. Geniş açının güzel bir tarafı da fotoğrafını çekeceğiniz ana temanın yada objenin daha büyük görünmesini ve arka plandan biraz kopmasını da sağlar. Hem arka plandaki bilgiyi de verir. O mekan bilgisini taşır fotoğraflarınız hem de ana tema biraz daha büyük bir şekilde belirgin bir şekilde yer alır. Sizde konuya yaklaşmış olursunuz. Diğer türlü tele objektif uzaktan ancak çekim olanağı verir. Uzaktan çekimlerde açı daraldığı için istiflenme söz konusudur. Perspektif duygusu artık ortadan kalkmıştır. Zaten uzaktan çekilen fotoğraflarda sizin çektiğiniz kişilerle diyaloğunuz yoktur. Buda fotoğrafa biraz olumsuz katkısı vardır ve işe yaramaz tele ile çekilmiş fotoğraflar. Onun yeri ayrı sportif faaliyetler yada vahşi doğa çekimlerinde falan idealdir. İnsanlarla yada yaşamla ilgili çekimlerde mutlaka ya normal yada geniş açı objektif  gerekir.
Çektiğiniz fotoğraflarda konuyu güçlendirmek için neler yaparsınız?
-Yani gerekiyorsa bir çevre düzenlemesi yapıyorum. Yerde küçük çöp parçası kağıt parçası varsa ya da naylon torbalar falan var ise onları kaldırmayı yeğliyorum. Çünkü onlar doğal gibi görünseler bile  aslında ben pek doğalda bulmuyorum onları. Eskiden yoktu çünkü böyle şeyler ya da oranın doğallığı onlar yokkende söz konusu. Belki 10 dakika önce yoktu oda doğaldı. O yüzden görüntüyü kirletmemesi açısından bu tür şeyleri kaldırıyorum. Bunun dışında çok fazla müdahale etmiyorum. İnsanların daha belirgin görünebileceği bir alan var ise mesela arkasında diyelim bir kendinden oluşmuş bir çerçeve yada bir pano gibi yerler varsa oralarda çekmeyi tercih ediyorum. Yoksa çokta doğallığını bozmak istemiyorum. Fakat tabiki bir takım ilkeler var. Ana temayı oluşturacağı ona biraz yaklaşmak geniş açıyla çekip arka planı biraz küçülterek doku haline getirmek gibi  düzenlemeler yapıyorum. Olabildiğince doğal bir şekilde çekmeye çalışıyorum. Sadece dikkat ettiğim şey karmaşıklığa neden olacak arka plandaki nesneleri olabildiğince ya küçültmek yada hiç almamayı tercih ediyorum. Yani Ufak bir kompozisyon düzenlemesi varsa mümkünse bunu yapmaya çalışıyorum.
Öyle ki yani mesela o kişiyi sol taraftan çektiğinizde arkaya bir sürü çöp bidonu arabalar yada başka şeyler girer de sağdan çekerseniz daha temiz bir ortam görünür. Onu tercih ediyorum.


Fotoğraflarınızın daha fazla sade olmasını sağlıyorsunuz?
Öyle ki yani mesela o kişiyi sol taraftan çektiğinizde arkaya bir sürü çöp bidonu arabalar yada başka şeyler girer de sağdan çekerseniz daha temiz bir ortam görünür. Onu tercih ediyorum.
Gerçekleştirdiğiniz projelerden bahseder misiniz?
Çalışan insanlar diye bir projem oldu. 1996 yılında sergilendi. Bu bir karma sergiydi. Çalışan insanlar çok sevdiğim bir konu. Sergiden sonra ben o çekimlere devam ettim. Onun dışında dokularla uğraştım. Karşımıza çıkan duvarlar ve özellikle o duvarda bir delik varsa sanki öbür tarafı da görme imkanı sağlayacakmış gibi.  Bu tür duvarları dokuları çektim. O fotoğraflarla da bir sergi yaptım. 1998 yılında kişisel bir sergi. Nihayet geçenlerde bundan iki hafta önce kadar İfsak’ ta bir sergim daha oldu. Bu sergimde de benim çektiğim fotoğraflar değildi sergi fotoğrafları. Bit pazarlarından topladığım kompakt makinelerin içinden çıkan filmleri yıkatıp ortaya çıkan görüntülerden bir sergi oluşturdum. Buda benim için çok ilginç bir çalışmaydı. Amacım kaybolmuş yada atılmış bir şekilde elden çıkmış o basit makinenin içindeki filmlerin kaydetmiş olduğu görüntülerin kaybolmasını önlemek. Başta böyle bir niyetim vardı. Çünkü üzülüyordum. Bir takım fotoğraflar çekilmiş ve kapağını açtığınız anda o fotoğraflar kaybolup gidecek. Biraz bunları kurtarmaya yönelik bir çalışmaydı. Bir yandan merakta tabi ki. Merak hem o görüntülere hem de o insanların fotoğrafları çekmek için kullandığı makineye karşıydı. Nitekim bayağı bir toplandı bu fotoğraf makineleri. Bit pazarlarından  içinde hep o film olan makineleri almaya başladım ve yaklaşık 100 kadar makine oldu. Böylece  o filmlerden çıkan fotoğrafları sergiledim.
Gelipte bu benim fotoğrafım diyen oldu mu?
Sadece okulda tanıyan birisi çıktı. Onun dışında pek olmadı. Zaten çok uzak bir ihtimal. Belki 10 sene önce yada daha fazla yıllar önce çekilmiş fotoğraflardı bunlar. Filmler zaten bayatlamış, renkler falan sapmaya başlamış. O yüzden pek benim fotoğrafım diyen olmadı. Belki ileride bunu tekrarlar isem bir yerlerde olabilir.
Bu fotoğrafların belgesel değeri var mıdır?
Profesyonel fotoğrafçıların çektiği fotoğraflar güzel olmaya niyetlenerek çekilen fotoğraflardır. Oysa bu anı fotoğrafları o kompakt makineden çıkan fotoğraflar daha belgesel yapıya sahiptir. Neden? Çünkü kostümleri yada ortamları çekilen fotoğraflar her nerede çekilmişse o mekanlarla o insanlarla ilgili bilgileri katıksız olarak doğrudan veren fotoğraflardır. Bu nedenle belki yıllar sonra yıllar sonra dediğim belki 100-200 yıl sonra geriye dönüp insanlar baktıklarında belgesel tarzda insanlar ne çekmişler diye düşündüklerinde karşılarına çıkacak fotoğrafların belki de %85-90 ı bu fotoğraflar olacaktır. Çünkü bu fotoğraf makinelerini milyonlarca ürettiler. Milyonlarca amatör makineleri kullandı. Milyonlarca fotoğraflar çekildi. Profesyonel fotoğrafçıların çektiği fotoğrafların sayısı bunların yanında devede kulak gibi kalacak. Bu nedenle geleceğe de bir belgesel doküman olarak aktarılacak fotoğraflar hep bu makinelerden çıkacak yada bu amatörlerin çektiği fotoğraflardan çıkacak. Bu yüzden benim için değerli.









Sahibini Arayan Anılar” projesindeki fotoğrafları siz çekmediniz. Sanatçı eserin zanaatini yapmak zorunda mıdır?
Burada bir sanatçı olarak düşünmemek lazım ya da kendimi söyleyeyim. Sonuçta benim çekmediğim fotoğraflardı. Düzenlenmesi ya da fotoğrafların seçilmesinde benim katkım var tabi ki fakat başkalarının çektiği fotoğraflar olduğu için burada biraz fikir önemli. O fikri ortaya atmak ve o fikri uygulamak. Sanatçılık ya da sanat kavramı o biraz daha sonra akla gelecek kavramlardır. Kendi çektiğim fotoğraflarda olsa sanatçılık kavramı sorgulanabilir. Karşınızda bir takım insanlar var. İnsanları falan biz yapmadık. Düzenleme yapma durumunda kalıyoruz. İnsanlar orada var, mekanlar orada var. Ben bile çeksem sanatçılık tarafı yine düşünülebilir tartışılabilir. Orada da yine fikir daha ön planda. İnsanların gidip fotoğrafını çekmek o seçimi yapmak bile fikirdir. Sanat burada biraz daha sonra gelecek bir kavram. Sosyal yanı daha önemli. Deneysel fotoğrafta evet doğrudan doğruya sanatçı kavramı söz konusu olacaktır. Belgesel fotoğrafçıda tam olarak sanatçı diyemeyiz aslında ama fikir olarak sosyal yapıya sahip insan olarak düşünebiliriz.
Eserin zanaatini yapmamış olsa da fikiri üreten kişi olduğu için eserin sahibidir diyebiliriz?
Tabi ki.
Bir projeyi bitirmeye ne zaman karar veriyorsunuz?
Bu birdenbire insanın içinde doğan bir şey. Böyle bir süreçle ilgili Orhan Cem Çetin’ le konuşuyorduk. İkimizin aynı anda ağzımızdan çıktı. “Sergim geldi.” Oluyor. Bu cümle aynı anda  Cem’ le birlikte ağzımızdan çıkan bir cümledir. O anda onu istiyorsunuz sadece. Paylaşma duygusu birden bire oluşuyor. Sergi yapmak istiyorsunuz. O zaman bir proje yıllardan beri çekmiş olduğunuz fotoğraflar bir proje şeklinde ortaya çıkabiliyor. Bu benim için tabi biraz farklı bir süreç. Çünkü ben sürekli yaşamak istiyorum. Projeyi yapayım bitsin diye değil sürekli içinde olayım istiyorum. Diğer türlü o proje çalışmaları yapan fotoğrafçılarında sanıyorum tabi bu yine uzun bir süreç oluyor. 1 yıl 2 yıl belki daha fazla. Artık o konuyu tamamen ele aldıkları, tamamen en ufak ayrıntılarına kadar ortaya koyabileceklerine hissettikleri zaman ancak bir sergi çıkıyor ortaya.
Bir projeye sürekli devam ediyorsunuz. “Sergim geldi.” Dediğinizde o güne kadar çektiklerinizi insanlarla paylaşmış oluyorsunuz o zaman.
Sergiyi yaptıktan sonra artık o proje bitmiş diye düşünmüyorum ben. Sonuçta o süreci yaşamak benim yapımda olan bir şey. O yüzden o “Sergim geldi.” anı beni teşvik ediyor.
Video teknolojisi çok gelişti. Buna rağmen fotoğraf halen çok güçlü. Fotoğrafın halen bu kadar güçlü bu kadar ses getiren bir alan olmasını neye bağlıyorsunuz?
İkisinin de izleme yöntemleri farklı. Fotoğraf bir yerde durur. Ona istediğiniz zaman bakabilirsiniz. Ama videoda mutlaka o sistemi çalıştıracak araç gereçlerin olması gerekiyor. Hatta zaman zaman ışık ortamının uygun olması gerekiyor. O yüzden video ile fotoğraf biraz izleme açısından bakıldığında farklı ortamlar. Fotoğrafın avantajı tabi ki çok daha fazla. Hemen her ortamda sokakta, iç mekanda,  dışarda herhangi bir ortamda rahatlıkla paylaşılabiliyor. Bir fotoğrafa bakıp onu algılama süreci yaklaşık 5-6 sn. Belki daha kısa süre sürebiliyor. Birazda işte kişiye bağlı olarak değişmek üzere.  Ama videoda illaki başında durup izlemek zorundasınız. Baştan itibaren sonuna kadar anlayabilmek için o süreyi ayırmanız gerekiyor. Videonun dezavantajı
Fotoğraf ve video arasındaki temel fark izleyicinin kendine göre süreyi ayarlayabiliyor olması mi o zaman?
Teknik bir olay. Tamamen teknik bir süreç.
Fotoğraf resmi özgürleştirdi. Bu anlamda belki de videoda fotoğrafı özgürleştirdi ya da özgürleştiriyor.
Fotoğraf zaten özgürdü ne zamandan beri. Öyle bir kısıtlaması falan yoktu. Fotoğrafla ilgilenme süreci çok anlık olabildiği için her yerde. O konuda videonun olumlu ya da olumsuz herhangi bir tarafı yok fotoğrafla ilişkilendirdiğimizde. Video farklı bir süreç. Bir fotoğraf gazetede görebiliyorsunuz ama videoyu gazetede göremezsiniz. Gerçi bunu da aştılar. Bir kod koyuyorlar fotoğrafın yanına. Cep telefonunuzla o kodu gördüğünüzde o fotoğrafla ilgili videolarda karşınıza çıkıyor. Yine bir araca mahkumsünüz. Yani gazetenin küpürünün o bölgesinde o sayfasında oynayan bir şey yok şuanda. Belki ileride oda değişebilir. Aslında ileride değişen birçok şey olacak.
Fotoğraf gerçeği yansıtır mı?
Şimdi hem video hem fotoğraf gerçekliği ortaya çıkarabilir, ortaya koyabilir diye düşünebiliyoruz. Fakat kesinlikle inanma konusuna geldiğimizde burada çokta kesinlik yoktur. Bir fotoğraf aldatabilir de.  Diyelim ki bir yerde bir olay olmuştur. Fotoğrafçı o olayın fotoğrafını çekmiştir. Belki de o fotoğrafı kendi bakış açısıyla çektiği için farklı bir anlatım sunabilir. Başına silah doğrultulmuş bir kişiye bir başka er su veriyorsa siz yaptığınız kadrajla o kişinin susuzluğunu gideriyor diyebilirsiniz ya da diğer bir kadrajla öldürecek duygusunu da bulabilirsiniz. Videoda da bu aynı şekilde sizin tercih edeceğiniz kadrajla da bakış açısıyla da gerçeklik tamamen değişebilir. Çekilen fotoğraf ya da video ispat olarak kullanılamaz. Çok yanlış bir şey. Ama olaydan olaylardan haberdar olmak adına fotoğraf ya da videoya ihtiyacımız var. Kesinlikle bu düşünülmesi gereken bir konudur. Doğruda olabilir yanlışta. Kaynağa bakmak gerekiyor.  Bir örnek vereyim bununla ilgili. Bir gazetede İran – Irak savaşıyla ilgili üç tane fotoğraf yayınlamışlardı. Bu fotoğrafta İranlıların yakaladıkları Iraklı esirlerin kollarını bacaklarını araçlara bağlayarak araçları ters yönde hareket ettirdikleri ve vücutlarını bu şekilde parçaladıklarına dair bir haber. fotoğraflarda bunu gösteriyordu. Fotoğrafın ispat olamayacağını kanıt olamayacağını bildiğim içini inanmadım bu habere. Olabilirde olmayabilir de. Nitekim bir ay sonra ortaya çıktı. İtalya da stüdyoda çekilmiş bir fotoğraftan ibaret. Fotoğraf gerçeği yansıtmak zorunda değil zaten. Kimsenin bu gerçeği yansıtıyor diye körü körüne inanması doğru değil. Manipülasyon öteden beri var olan bir şey. Dijital ortam çıkmadan öncede yapılıyordu. Nasıl yapılıyordu. Fotoğraf çekiyorsunuz. Diyelim ki biraz ışığı kontrastı düşük. Bu fotoğrafı kontrast bir kağıda basarak kontrastı dengeliyorduk. Yani buradaki bir kağıt seçimi bile bir manipülasyondur. Ya da istemediğimiz bölgeleri basmıyor idik. Ya da bazı bölgeleri biraz koyulaşmasını bazı bölgelerin biraz açık çıkmasını sağlıyorduk baskı sırasında. Bunlarda bir çeşit manipülasyondu.  Aynı işleri bir bilgisayar programında yaptığımızda çokta farklı bir şey yapmış olmuyoruz aslında.
Sadece süreç daha kolaylaştı
Süreç nasıl diyeyim kolaylaşmadı aslında. O bilgiye de sahip olmak lazım. Nasıl yapacağınızı bilmeniz lazım. Sadece karanlık odadan çıkıldı ve aydınlık odada yapılmaya başlandı. Bilgisayar başında yapılmaya başlandı. Ama o fotoğrafta var olan bir kişiyi silmek yada işte bir kişiyi ilave etmek ya da bir takım değişiklikler yapmak eskiden yapılıyordu ama fotoğraflar tabi ki yine gerçekliği yansıtmıyordu Çok değişen bir şey olmadı aslında
Fotoğrafın aslında kendisi bir manipülasyondur.
Mutlaka


Fotoğrafın en çok hangi taraflarını seviyorsunuz?
Belgesel fotoğrafı çok seviyorum. Sokaklara çıkıp yaşamı ya da yaşam koşullarını, özellikle eski yapıları eski yerleşimleri birazda böyle benim doğup büyüdüğüm yerlere benzer bölgelerde çalışmayı çok seviyorum. Bana keyif veren çalışmalar ama onun dışında deneysel fotoğrafı da çok seviyorum. Onunla da zaman zaman uğraşıyorum En çok hoşuma giden tarafı fotoğrafçılığın içinde öğretim görevlisi olmak. En keyifli tarafı da bu. Bildiklerimi başkalarıyla paylaşmak ya da isteyenlerle paylaşmak en keyifli tarafı da bu diyebilirim.
Belgesel fotoğraf çekerek bir yandan da doğup büyüdüğünüz yerleri anlatmaya devam ediyorsunuz o zaman?
Tabi ki. Nerede benim doğup büyüdüğüm yerler gibi mahalleler görsem  dayanamam girer ve birkaç kare fotoğraf çekmeye çalışırım. Oradaki insanlarla görüşüp tanışıp en azından bir çay içmeye çalışırım fırsat bulabiliyorsam. Müsait oluyorsa onların iç mekanlarına evlerine girip oralarda fotoğraf çekmeye çalışırım. Bu birazda belki benim nostaljik bir tarafımı da tamamlar. Birazda şuna inanıyorum. İnsanlar genellikle yurtdışına giderler. Hindistan, Pakistan oralarda fotoğraf çekmeye çalışırlar. Aslında tamda burnumuzun dibinde olduğundan da bahsetmek istiyorum. Hiç öyle uzaklara falan gitmeye gerek yok. Nasıl ki uzakları fotoğraflamaya çalışıyorsak uzaktaki insanlarda gelip bizi çalışmaya gayret ediyorlar. Niye o zaman  kendi bölgemizde kendi mahallemizde yada çevremizde belgesel fotoğrafçılık yapmayalım. Böyle düşünüyorum.
Toplumsal olarak toplumumuzdaki değer yargılarıyla, kültürlerle çok fazla ilgilenmiyoruz. Dışarıda ola hep bize daha ilgi çekici geliyor. Fotoğrafa da bu yansıyor. Öyle değil mi?
Sanki kendi yöremizi çekersek bu ilginç gelmeyecekmiş gibi hissediyoruz belki de ama bunu yapan fotoğrafçılar var. Kendi yaşadığı bölgeyi çeken oralardan izler aktarmaya çalışan fotoğrafçılarda var.  Onların çalışmaları çok çok daha başarılı diye düşünüyorum. Son günlerde bunun bir örneği Ali Öz’ ün Tarlabaşı çalışmaları.
Belgesel fotoğraf neye yarar?
Bir tanesi geleceğe bir takım bilgileri taşımaya yarar. Yıllar sonra o yörede neler oluyor neler bitiyor bunları öğrenmek görmek isteyen insanlara bir bilgi sağlar. Bunun dışında eğer varsa o çevrenin sosyal yapısıyla ilgili problemler  varsa bunu ortaya çıkarmaya çalışır belgesel fotoğraf. Bu sosyal yapıdaki problemlerin ortaya çıkmasıyla o bölgelere biraz daha farklı bakış sağlayabilir. Genellikle bir takım ön yargılar vardır bu bölgelere. Özellikle benim doğup büyüdüğüm yerlerde kesinlikle ön yargı vardır. Mesela çok tehlikelidir. Girilemez diye düşünürler. Halbuki  ben böyle düşünmüyorum. Oradaki insanlarla işte görüşüp tanışıp ahbap olduktan sonra hiç öyle tehlikeli girilemez bölgeler tanımlamasından çıktığı görülecektir. Bunun somut bir örneğini söyleyeyim. Girilemez denilen mahallemize Amerikalılar girip kütüphane açmışlardır.  Ta Amerika’ dan gelip orda kütüphane açabiliyorsa demek ki bizim oraya girmeme niyetimizden dolayı tehlikelidir diye bir  önyargıyla bakıyoruz.  Aynı zamanda oraya girmemek demek oradaki insanlarla ilgilenmemek anlamına da geliyor. Bu ilgisizlik birçok problemi de beraberinde getirebiliyor. Daha agresif bir ortam oluşmasını da sağlayabiliyor.  Oralara eğitim götürülürse çok farklı bir çehreye sahip olabileceği de ortada.
Belgesel fotoğraf o yörede yaşanan sorunları çözebilir diyorsunuz?
Bütün dünyada böyle olmuştur. Mesela çalışan çocukların çalıştırılmaması ile ilgili çocuk haklarıyla ilgili yasanın çıkması yine bu çalışan çocukları çeken fotoğrafçılar sayesinde olmuştur. Vietnam savaşının bitmesine katkısı olmuştur. Güney Afrika’ da ki o ırkçılığın ortadan kalkmasına sebep olmuştur. Fotoğrafçılık bu anlamda çok önemli katkılar sağlamıştır. Buna tabi müziğide eklemek gerekir. Belki müzikte zaman zaman aynı işlevi  görmüştür. Ara Güler’ in deyişiyle “Fotoğrafçı tarih yazar.” Bu zaten özetliyor.
Bilmediğiniz mahallelerde insanlarla iletişim kurabilmek için siz neler yaparsınız?
Öncelikle onlara selam veririm. Merhaba derim. Selaymün Aleyküm derim. Hangi dilden anlıyorlarsa hangi dili konuşuyorlarsa o dilden onlara bi selem veririm. Selamın zaten  binlerce yıldan beri dili vardır. En azından eli başa götürüp selam vermek bile bir zamanlar belki şapkayı çıkartıp yüzünü göstermek ya da elini uzatıp tokalaşmak elimde bir şey yok tehlikeli bir araç taşımıyorum ben dostunum anlamına da gelir. Bu nedenle selam vermek çok önemlidir. Daha sonra o insanlarla oturup dertleşip konuşunca zaten artık onların bir arkadaşı olmuş oluyorsunuz. Orada olası bir tehlikeye karşı dahi öyle bir tehlike varsa bile o artık sizi korumaya başlar. Artık misafirsinizdir. Sizin başınıza gelecek bir şey  onun için büyük bir ayıptır. Böyle güzel tarafları da vardır. Zaten bu apartmanlaşmış betonlaşmış kentimizdeki o kesilmiş olan ilişkilerin hala sürdüğü yani mahalle kavramının olduğu mekanlardır. Mahallelerde insanlar birbirlerini kollarlar. Sizde o mahallenin bir parçası olmuşsunuzdur artık. Orada hasta olsanız yardımınıza koşarlar. Bir tas çorba ikram ederler. Ben bunu hep yaşadım. Oralara girip çalışmak artık o girilemez ibaresinin ne kadar anlamsız olduğunu ispat eder niteliktedir.
Bazı toplumlarda toplumun değer yargılarından dolayı bazı fotoğrafları çekmek zordur. Kadın fotoğrafı çekmek gibi. Siz böyle durumları aşmak için ne yaparsınız?
Kadınlarla selamlaşma o bölgelerde hiç problem olmadı. Çünkü oradaki bayanlarında tavırları samimi olduğunuz sürece kötü gözle bakmadığınız sürece ki öyle bir durumda bu zaten anlaşılacaktır. Erkek olmanız falan fark etmeyecektir. Yalnız bazı bölgelerde iç mekana girmek yanı evın içine girmek söz konusu olmayabiliyor. Eşi yok ise ya da bir dedikodu falan gibi kaçınmak amacıyla. Yine de o insanlarla dışarıda bahçede konuşulabiliyor. Herkesin görebileceği ortamdaysanız sorun olmuyor. Size selam verirler, su verirler, bir şeyler ikram ederler. Hiç sorun olmaz.
Buraya kadar olan süreçte sadece muhabbet mi ediyorsunuz? Fotoğraf makineniz yanınızda oluyor mu?
Bazen olmuyor. Bazen çantamda duruyor. İlla çekmek istiyorsam niyetimi belirtiyorum fotoğraf çekmek istediğimi söylemek istiyorum. Eğer güveniyorlarsa zaten buna izin veriyorlar.  Güvenmiyorlarsa ya da fotoğraf çektirmek istemiyorlarsa çekinceleri mutlaka olabilir. O zaman o bölgelerde başka insanların fotoğrafını bastırıp onlara verdiğiniz takdirde zaten birbirlerine söylüyorlar. Bu güvende yavaş yavaş oluşuyor. Fotoğraf çekinmenin de bir sakıncası olmadığını anladıkları zaman sizde rahat rahat çekim yapabiliyorsunuz. Ama tabi ki her zaman için onların özel hayatlarına özel yaşamlarına saygılı olmak koşuluyla.
O bölgelerde yaşayan insanların çok fazla fotoğrafı olmuyor. Bir fotoğraf hediye edildiğinde daha sonraki çekimleri de kolaylaştırıyor. Öyle değil mi?
Ayaklarına kadar gelmiş bir fotoğrafçı fotoğraf çekiyor. Sonuçta birinden hediye almak onun samimiyetini, dostluğunu, arkadaşlığını gösterir. Buda bir çeşit hediye oluyor. Güven veriyor. En azından o fotoğrafın dönüp dolaşıp ellerine geçtiğini fark ediyorlar. Aslında psikolojikte bir süreç. Psikolog daha iyi analiz edecektir. En azından ben güven konusunu anlayabiliyorum. Güvendikten sonra fotoğraf çekmeme izin vermeyenler bile sonradan bu izni verebiliyorlar.
Belgesel fotoğraf projesi nasıl sergilenmelidir?
Benim öyle bir gayem olmadı. Fotoğraf çekeyim de sergileyeyim ya da sergileyeyim diye fotoğraf çektiğim olmadı. Ben fotoğrafı kendim için yapıyorum. Çok sevdiğim bir uğraş olduğu için yapıyorum. Dostlarım arkadaşlarımla paylaşmakta hoşuma gidiyor. Fakat zaman zaman bunu bütün çevrenizle de paylaşmak istediğiniz anlar olabiliyor. Bir sergi sürecinde fotoğraflar fotoğrafını çektiğiniz insanların özel hayatlarında olumsuz bir takım imajlar bırakmayacaksa onları basıp belli bir boyda sergilemek olabiliyor. O süreçte maliyeti falanda var bu işin. Mesela sergi sonunda elinizde bir sürü fotoğraflar kalıyor. Bir sürü çerçeveler falan kalıyor. Onları nereye saklayacağınızı da bilemiyorsunuz. Fotoğraf satılmıyor Türkiye de ki zaten benim çektiğim fotoğraflarında satılır bir tarafı yok. Ben gidip bir mahallede insanların fotoğrafını çekmişim. Onları şimdi niye başkalarına satayım. Böyle bir şeyde zaten söz konusu değil. Bu nedenle de çok fazla sergi açayım düşüncem olmuyor. Fotoğraflar kaldırılıyor bir tarafa konuyor.
Belgesel fotoğraf bir sorunu ortaya çıkartır ve bu sorunların çözümünü sağlayabilir demiştiniz. Siz fotoğraf yayını yapmıyor musunuz?
Kendim bir yayın yapmıyorum ama benim bu bölgelerde fotoğraf çektiğimi bilenler olursa gelip benden fotoğraflar istiyorlar. Dergilerde gazetelerde basmak üzere onları da yine uygun olanlar var ise düzgün basılacaksa onları veriyorum. Öyle bir paylaşıma her zaman için açığım. Çok daha ilerisi için  düşünüyorum oradaki sosyal problemlerin çözümü ile ilgili olarak. Çünkü siz orada bir problemi çözmeye çalışırken oradaki insanları rencide edebilirsiniz. Güzel mekan değildir yaşadığı yer. Belki kıyafetleri de uygun değildir. Bunlardan çekiniyor olabilir. Bunlar insanları rencide edebilecek gibi görünüyorsa o problemlerin çözümünü daha ileriki bir tarihe bırakmayı yeğliyorum. Zaten genellikle ben bu fotoğrafları ileride sergileyebilirim diyerek çektiklerimi daha çok tercih ediyorum. Öyle bir niyetim varsa insanlara mutlaka başta söylüyorum bunu.
Bir fotoğrafçı başka fotoğrafçılardan etkilenir mi? Sizin etkilendiğiniz fotoğrafçılar oldu mu?
Çok etkilendiğim ya da fotoğraflarını çok sevdiğim fotoğrafçılar oldu. Hem yerli hem yabancı. Mesela yabancılardan Nikos Economopoulos, Alex Webb fotoğraflarını çok beğendiğim kişiler. Bizden Ali Öz,  Ara Güler gibi sanatçılar şuanda birden hepsi aklıma gelmiyor tabi. Etkilenme olur. Çünkü insanın yapısında var bu. Çevresinde olan olaylardan, insanlardan ya da işte sanat çevresinden mutlaka etkilenecektir insan. Bende hangi yönden etkilenmiş olduğumu bilemiyorum ama mutlaka bir şekilde etkilenmişimdir. Bir yerde bir bomba patlar etkilenirsiniz, bir filmi izlersiniz etkilenirsiniz, bir insanla tanışırsınız etkilenirsiniz, kitap okumak ondanda etkilenirsiniz, dinlediğiniz müzik, gezdiğiniz gördüğünüz yerler yaşadığınız olaylar mutlaka sanatınızı düşüncelerinizi etkileyecektir.
Siz halen fotoğraf bakıyorsunuz. Bunlar bir anlamda size kaynak yaratıyor diyebilir miyiz o zaman?
Öğrencilerimin fotoğraflarına bakıyorum.  Onları değerlendiriyorum.  Demin belki şeyi söylemeyi ihmal ettim. Öğrencilerimden de etkileniyorum. O kadar güzel fotoğraflar çekiyorlar ki  etkilenmemek mümkün değil. Zaten ben bu konuda çok şanslı hissediyorum kendimi. Neye istinaden bunu söyledim ben şimdi?
Ben şeyi sordum. Iıııı(Biraz düşünme ve ardından gülüşmeler)Ben sizin halen fotoğraf baktığınıza ve bunların bir yandan size kaynak yarattığına neden oluyor mu? Diye sordum.
Fotoğraf bakmak benim vazgeçemediğim bir duygu. Güzel fotoğraflar bakayım. Güzel olmasalar da olur. İllaki bakayım.  Tamda içinde olmak. Belki çok sevdiğim bir yanı başkalarının çektiği fotoğrafları görmek.
Ömer Faruk Okuduci: Teknolojinin gelişmesiyle bütün sanat dallarında olduğu gibi fotoğrafçılıkta da hem çekimi daha fazla kolaylaştırdı ve hem de paylaşımı kolaylaştırdı. Hemen çektiğimiz fotoğrafı İnternet’te paylaşabiliyoruz. Paylaşımın kolaylaşması fotoğrafçıları ya da sanatçıları ya da bu işi yapmak isteyen genç insanları iyi yönde mi etkiliyor kötü yönde mi etkiliyor?

Ortaya bir görüntü kirliliği çıktı. Bir yandan insanların daha fazla seçici olmasını sağlıyor. İyi fotoğraf kavramını da güçlendiriyor. 

Bence bu insanları genç arkadaşları etkilemesi açısından değil de belki işte tüm insanları etkilemesi açısından bakmayı tercih ediyorum. Bir kere bu teknolojinin ilerlemesi ya da özetle dijital fotoğrafın ortaya çıkması bir takım fotoğrafı tekellerine almış kişilerin o tekelini bozdu. Bu tabi ki olumlu bir gelişme fotoğrafçılığı ben bilirim fotoğraf benden sorulur diyen zihniyetlerin o tekelci tavrını ortadan yok etmiş oldu. Çünkü o zamanlar fotoğraf çekmek ayrı bir zorluk onu filmi yıkamak basmak bunların hepsi ayrı ayrı profesyonelce ilgilenmesi gereken bir alandı. Herkes yapamıyordu. Dolayısıyla o fotoğraflar ya da o insanların çektiği fotoğraflar hep önemliymiş gibi kabul edildi. Çoğu aslında o kadarda önemli fotoğraflar değildi ama böyle bir tekel maalesef var idi. Dijital fotoğraf ortaya çıkınca bu tekel kırılmış oldu. Çünkü herkes fotoğraf çekmeye başladı ve bir zamanlar belki işte fotoğraf makinesini satın alamayan fotoğraf çekmeye imkan bulamayan insanlar buna başlayınca yeni fikirler çıktı ortaya. Bu yeni fikirler tabi ki çok geniş bir ufuk açtı. Profesyonel fotoğrafçılar daha önce yaptıklarının çok çok daha iyilerini yapmak zorunda kaldılar. Çünkü bir zamanlar yaptıkları fotoğrafların daha iyilerini şimdi amatörler zaten yapıyor. O zaman profesyonel fotoğrafçıların bir sanatçıyım diye ortaya çıkabilmeleri için çok çok daha iyilerini yapmak zorunda kalmaları fotoğraf kalitesini de artırdı. Görüntü kirliliği yok mu var tabi ki ama sonuçta bir fotoğrafa bakalım dediğimizde insanlar daha bir seçici olmaya başladı. Yani bir zamanların o tekelci fotoğraf zihniyeti tamamen yıkılmış kırılmış oldu. O açıdan ben dijital fotoğrafı, teknolojik gelişmenin getirdiği olanaklara çok olumlu bakıyorum. Aynı zamanda fotoğrafçılara bir dönem yaşını başını almış insanlar yapabiliyorlardı. Hem ekonomik olarak hem de öğrenme süreci açısından baktığımızda. Ancak belli bir yaşın üzerindeki insanlar sahip olabiliyorlardı. Gençler çok daha azdı o zamanlar. Yani genç olupta fotoğrafçılık yapma olanağına sahip olan çok azdı. İnsanlar şimdi bu sayıda çok arttı ve gençlerin fikirleri olağanüstü şeyler ortaya çıkartabiliyor. Olağanüstü görüntüler ya da fikirler çıkartabiliyor. O açıdan tabi ki fotoğrafçı sayısının artması genç nüfusa inmesi daha yeni ufuklar yeni fikirler ortaya çıkmasını da sağlamış oldu. O açıdan teknolojik gelişme çok olumlu gelişme sağladı diyebilirim.
Tabi ki.
Paylaşım konusuna ne diyeceksiniz?
Güzel bir duygu tabi ki. Eğer çektiğiniz fotoğraf yada paylaştığınız fotoğraf bir takım insanları rencide etmiyorsa paylaşmak çok güzel bir duygu tabi. Siz başkalarının fotoğraflarını görüyorsunuz ya da sizin fotoğraflarınızı başkaları görebiliyor. Bir çeşit insanlar hani birbirleriyle konuşarak iletişim kurarlar ya fotoğrafları da paylaşarak farklı bir dilde iletişim kurmuş oluyorlar. Bu video içinde geçerli. Başka paylaşım biçimleride vardır belki. Yeni bir dil söz konusu oluyor. Birinin fotoğrafını görüyorsunuz. Bir anlam çıkartabiliyorsunuz. O insana karşı bir yakınlık veriyor ya da tam tersi. Bir çeşit dildir.
Bireysel anlamdaki gelişimi sizce nasıl oluyordur? 
Görüntü kirliliği dedim ya. Altyapı yok ise sanatın başka gereklilikleri ilgilenmemişse o görüntü kirliliği dediğimiz tarzda fotoğraflar ortaya çıkıyor. Bu noktada kesin çizgilerle ayırmak pek doğru değil.  Kendi öz yeteneğiyle de çok iyi işler çıkartan amatörler ya da fotoğrafçılar var. Diğer sanat dallarıyla uğraşmak zaten yapmamız gereken bir şey. Sadece sanat alanlarıyla değil belki matematikle belki sosyolojiyle belki psikolojiyle ilgilenmemiz gerekiyor. Aslında işin bir başka tarafı da fotoğraf sanatıyla ilgilenmek aynı zamanda kişinin belki gelişiminde de katkılar sağlayabilir.
Bugün üniversite eğitimi almamış sanatsal ve ticari olarak çalışan birçok fotoğrafçı var. Bir akademisyen olarak fotoğraf eğitimini nasıl değerlendiriyor sunuz?
Ben eğitimin içine girmekle zaten görmüş oldum. Çok katkısı oluyor. Neden çünkü fotoğrafçılığı sadece teknik anlamda değil sanatsal tarafından da öğrenmek için akademiye gerçekten ihtiyaç var. Şart mı? Değil. Bu eğitimi verebilecek başka kurumlarda var. Özel kurumlar, dernekler. Sonuçta orada da zaten gerek akademisyenler gerek akademisyenlerden öğrenmiş kişiler burada eğitimi sürdürüyorlar.  Ben bir akademik ortamda fotoğrafçılığı öğrenmemenin zorluğunu çok çektim. Fotoğrafçılığı öğrenme süreci fotoğrafçılığı öğrenebileceğim eğitim veren herhangi bir kurum yoktu. Kendi kendinize öğrenmek zorundaydınız ya da birilerine sorarak öğrenmek zorundaydınız ve insanlar pek söylemezdi. Teknik konuları sır olarak saklarlardı. Genellikle sadece kendileri bilsin meslek sırrı diye bir kavram vardı. Pek aktarılmazdı bu bilgiler. Ama günümüzde akademiler fotoğraf eğitimi verdikten sonra değişmeye başladı. O bilgi saklanmaz oldu. Artık istediğiniz zaman alabiliyoruz. Şöyle bir durumda  var. Evet akademilerde bunun eğitimi veriliyor. Fakat Mevlana’ nın bir lafı vardır ya karşındakinin anlayabildiğini anlatabilirsin. Eğitim alan kişinin bunu talep etmesi gerekiyor. Okula girip o süreç içinde var olmak yetmiyor. Okul insana bir şey vermez. Öğrencinin alması lazım. Buda tabi ki asıl olacağı bellidir. Israrla yeni fikirler yeni bilgiler yoluna gitmelidirler. İlgilenmiyorsa akademik bir ortamda olmanın bir faydası olmuyor.  böyle öğrencilerimizde oluyor zaman zaman. Sadece bir diploma sahibi olmak yetiyorsa ona bunun için fotoğraf eğitimi verdik diyemeyeceğiz. Ama diploma önemli değil ben bunu öğrenmek istiyorum diyen öğrencilerimiz için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Çok daha farklı bir biçimde öğrenmek için çabalıyorlar öyle bir seviyeye geliyorlar ki bizlerden çok çok daha iyi bir konuma da gelebiliyorlar.
Laf arasında geçti. Yine bir tekelleşme vardı.
Ben tavernada çalışıyorum. Şipşak fotoğrafçılık yapıyordum siyah beyaz dönemde. Sordun hangi banyoyu kullandığımızı. Sır diye söylemedi patron. Sonra ben yakındaki bir çöp konteynırını karıştırıp orada kullandığımız banyonun kutusunu buldum. Öyle öğrenmiştim.
Fotoğrafa yeni başlayanlara ne önerirsiniz?
Öncelikle bir fotoğraf makinesi sahip olmalarını önereceğim. Fakat okumalarını öneriyorum. Teknik kitaplar değil de fotoğraf çekiminde kendilerine katkı sağlayacak konulara ait kitaplar. Sosyoloji olabilir Psikoloji olabilir. Sanat olabilir. Sanat tarihi olabilir. Bu tür kitaplar okumalarını tavsiye ediyorum. Sergi ve galeri gezmeleri bu sadece fotoğraf sergileri fotoğraf galerileri değil her türlü sanatın sergilendiği gezmelerini öneririm. Bunun dışında müzeler, kazı alanları buraları gezmelerini öneririm. Kendilerini geliştirebilecek her türlü metadan yararlanmalarını öneririm. Fotoğrafçılığı öğrenmek fotoğrafın teknik meselelerini çözmek değildir. Makineler yapıyor zaten onları. Teknik konuları öğrenmek çok kısa bir sürede hallolabilecek bir mesele. Ne çekeceğini öğrenmek daha uzun süre daha uzun araştırma gerektirebilir. Benim önerim bu yönde kitap okumalarını öneririm.
Son dönemde fotoğraf eğitimi ve gezisi yapan kulüp, dernek gibi oluşumların sayısı arttı. Bunun sebeplerini neyle bağdaştırıyorsunuz?
Talep var tabi. Fotoğrafçılık çok cazip geliyor. Deklanşöre basıyorsunuz ve paylaşmak istediğiniz görüntüleri olayları rahatlıkla kaydedebiliyorsunuz. Bunu tabi ki nasıl diyim pekte kolay olmuyor. Elinizde çok gelişmiş bir makinede olsa bu makinenin çözemediği durumlarda insanların öğrenmesi gerekiyor. Ne çekeceğini öğrenmek konusunda bir takım kaynaklara ihtiyaç var. Bu kaynakları sağlıyor kulüpler dernekler. Bu nedenle insanlar  nasıl diyim bu dernekleri aramaları onlara kaydolmaları oralara gitmeleri falan belki o yüzden. Mesela bir fırça ve tuali yanınıza alıp her yere götürüp her yerde resim yapamazsınız ama fotoğraf makinesiyle her yere götürüp istediğiniz yerde deklanşöre basıp çekmek biraz daha kolay. O yüzden insanlar belki fotoğraf kulüpleri ya da derneklere gidip oralarda bu yeteneklerini geliştirmeyi tercih ediyorlar.
Fotoğraf üretimin kolay olması bunun sebeplerinden birisi mi?
Ne tür fotoğraflar çekeceğinize bağlı olarak değişen bir süreç. Bazı tarzlar biraz daha kolay olabiliyor bazı tarzlar daha uzun süreyi gerektirebiliyor.  Mesela belgesel fotoğrafın sosyal belgesel tarafıyla uğraşıyorsanız biraz daha uzun bir süreç, tanıtım fotoğrafçılığı yapmak istiyorsanız biraz daha uzun bir süreç gerekebilir. Deneysel fotoğrafta biraz daha kendi altyapısına bağlı olmak üzere biraz daha kısa sürebilir. Ne yapmak istediğinize bağlı olarak süreç uzar ya da kısalır. Uzayıp kısalmasında kendi yetenekleri de söz konusu. Kimisi biraz daha geç öğrenir kimisi biraz daha çabuk kavrar. Sosyal zekası olan bir kişi belgesel fotoğrafı belki biraz daha kolay yapacaktır. Mekanik zekası olan kişi bunu biraz daha zor çözecektir. Ama fotoğrafın teknik yapısını diğeri daha kolay öbürü biraz daha zor çözecektir. İnsanların değişkenliği sebebiyle bu süreç uzayıp kısalabilir.
Bu tarz derneklerin yaptığı gezilerde genellikle tele objektifler kullanıyor insanlar. Fotoğrafını çektikleri kişilerle muhabbet etmeden, uzaktan fotoğrafını çekiyorlar ve gidiyorlar.
Genelde bu tür fotoğrafların güzelliği ya da geçerliliği pekte söz konusu değildir. Sergilenen ya da işte bir yerlerde basılan fotoğraflardan da bunu görebiliriz. Akılda kalıcı ya da insanları etkileyen fotoğraflar çoğunlukla yakından çekilmiş fotoğraflardır. Uzaktan ne çekilir. Sportif faaliyetler, vahşi doğa, bir savaş ortamındaysanız işte oradaki ateş eden insanları çekebilirsiniz. Zaten gerekli değildir burada yakınlaşmak. Ama sosyal bir tarafla ilgileniyorsanız tabi ki bu olacak bir şey değil tele objektif.
 Sizde Yıldız Teknik Üniversitesi Fotoğraf Kulübü( YTÜFOK) ’ nde danışman hocalık yapmışsınız. Bu süreçte kulüpte neler yaptınız?
1997 yılında güzel sanatlar bölümüne başladım. Ders dışı sosyal faaliyetler kapsamında fotoğraf dersi almak isteyen öğrencilerle tanıştım ilk olarak. Bunlar fotoğraf kulübünün öğrencileriydiler ve benim ilk göz ağrım. Halada görüşürüz onlarla. Arif, Volkan, Akgün. İlk bunlar geldi aklıma. Düşünsem daha çok var tabi ki de. Birden bire gelmiyor aklıma. Bu arkadaşlar ben yeni girmişim öğretmeye hevesliyim. Onlarda yine hevesliler. Tam böyle denk düştü. Çok çabuk kaynaştık. Birde teklif geldi. Sanat haftası kapsamında bir fotoğraf sergisi yapıp yapamayacağımız soruldu. Bende öğrencilerime sordum. Bunu yaparız dediler. Bir konu seçtik özportre diye. Bu konuyu seçmemizin nedeni de deneysel bir çalışma olacaktı. Çünkü belgesel yapamazdık süre çok kısaydı. Deneyselin zaten yapısında denemek vardır. Yaparsınız bozarsınız. O yüzden biraz daha hızlı çalışıp ortaya bir sergi çıkarabileceğimizi düşündüm. Arkadaşlarda istekliydi. Öyle ki hatta karanlık odada yere film düşüyordu. Tam onu çöpe atacakken filmi tekrar kurtarıyorduk. Çizilmişken biraz daha çizip tekrar basıyorduk. Böylelikle çok hoş çok ilginç fotoğraflar çıktı ortaya. Hem o kulüpteki arkadaşlar çok keyif aldılar. Hem de ben çok keyif aldım. Ortaya çıkan sergide o kadar çok beğenildi ki biz sonra bu sergiyi gidip başka yerlerde de açtık. Yalnız kötü bir tarafı o çalışma sürecinde bazı arkadaşlar kendi derslerini unuttular. Hatta kendi bölümlerini sevmez oldular. Bir kısmı zaten kendi bölümlerini yapmıyorlar. Fotoğrafçılıkla uğraşıyorlar. Okuldan diploma alamayanlar oldu. Çok geç alanlar oldu. Buda olumsuz bir tarafıydı. Aklımıza geldikçe gülümsüyoruz. Ama güzeldi Kulübün özel bir yeri vardır bu nedenle bende. Kulübü çok severim. Hem benim ilk göz ağrımdı hem  de güzel işler yapıyorlar, uğraşıyorlar, istekle çalışıyorlar. O yüzden kulüp benim için çok önemlidir.
Sergiyi hangi yıllarda yaptınız?
1998’ de yapıldı. 1998’ e girmeden yaptık. O sergiyi yapan arkadaşların birçoğunun 2 saatlik bir karanlık oda geçmişi bile yoktu. Ama o istekleri o çabaları bunu sağladı. Karanlık odada sabahlayanlar oldu. O çabaları güzel işler çıkmasına sebep oldu. Ama saklayamadık o sergiyi. Keşke saklasaydık. Belki hala kulübün en önemli çalışmalarından birisidir.
Kulüpte başka neler yaptınız?
Sonra ben kulübe seminerler verdim. Makineler yada işte belgesel fotoğrafla ilgili onun dışında birlikte çalışma olanağımız pek olmadı. Çünkü ben maslakta göreve başladım. Maslakta iki yıllık bir fotoğraf bölümü vardı. Oraya gidince kulüpten kopmuş oldum sadece yıllık seminerler olduğunda bir katkım olabildi. O kadar.
Üniversite fotoğraf kulüplerinde fotoğraf bölümünden değil de diğer bölümlerden öğrencilerin daha çok bulunmasını neye bağlıyorsunuz?
Onu bende çözemedim. Galiba yoğun bir şekilde kendi bölümlerinde fotoğrafla uğraştıkları için ikinci bir ortamda buna gerek duymuyorlar. Ama diğer fakültelerin öğrencilerinin gelme sebebi biraz kendi derslerinin çok sıkıcılığından ya da bunalmışlığından sıkıcı değildir de belki bunalmışlığından olabilir. Değişik bir ortam sonuçta. Sınav zorunluluğu yok. O serbestlik belki cazip geliyor. Dışarıdaki derneklerde de öyledir. Derneklere gidin bakın fotoğrafçı sayısı çok azdır. Diğer meslek gruplarından insanlar vardır. Doktor, hemşire, avukat gibi. Bir kaçış belki de.
Sizce dünya fotoğrafçılığında Türkiye nerede? Çağdaş dünya fotoğrafı nereye gidiyor, biz nereye gidiyoruz?
Çağdaş fotoğraf nereye gidiyor. Oraya bakalım aslında çok güzel çalışmalar görüyorum. Çok harikulade fikirler görüyorum. Çağdaş  fotoğraf söz konusu olduğunda. Kitaplarda ya da internette görebiliyoruz. Zaman zaman sergiler yayınlanıyor. Kötü işler çıkıyor. Kötü işlerde var tabiî ki. Ama eskiye oranla zeka ürünü dediğimiz bir çok çalışma çok daha fazla sayılır şimdi. Burada gençlerin fotoğrafa işte ilgisi filan belki etkili olabilir. Gençlerin çok ciddi katkısı var bu konuda. Bizim fotoğrafçılığımız nereye gidiyor. Şimdi kendi çapımızda yine tabiî ki bir yerlere geldik. Hakikaten eskiye oranla çok daha fazla sayıda ve iyi fotoğraflar çekiliyor. O tekelin kırılması tabiî ki söz konusu olduğu zaman burada. Fakat dünya çapında baktığımızda Batının anlayışı bizi hep biraz öteliyor. Ve ben işte biz belki 2.Dünya ya da 3.Dünya ülkesi yerine konuyoruz. Ve Batı illaki tüm bu medya kuruluşları ve basın yayın organları büyük çapta kendi ellerinde olduğu için kendi vatandaşlarının ya da kendilerinden olan kişilerin çalışmaları her zaman ön plana çıkıyor. İstisnalar var olmuyor değil tabiî ki. Bunun örneklerini çok çeşitli şekillerde görüyorum. Mesela bir iki dünya basın fotoğrafçılığıyla ilgili bir sergi gidiyoruz bakıyoruz. Pakistan da ya da işte dünyanın bir yerinde bir felaket olmuş bir serginin deprem felaketi orda da fotoğrafçılar var tabiî ki. Bu felaketi onlarda çekiyorlar. O sergide yer alan fotoğraflar hep batılı fotoğrafçıların fotoğrafları. Niçin Pakistan fotoğrafçılığının fotoğrafları yok orda. Niçin İran fotoğrafçılığının fotoğrafları yok. Ya da işte Arap ya da Türk fotoğrafçıların fotoğrafları yok. Burada biraz sanki işte bu iş bizden sorulur. Bu iş bizim tekelimizde. Sadece bizim insanlarımız işte izin verdiği sürece siz belki boşluklarını tamamlayabilirsiniz. Gibi bir görüş var gibi geliyor. Ama bu benim kişisel görüşüm. Doğru olmayabilirde. Çünkü gördüğüm bu. Ortaya böyle bir sonuç çıkartıyor olabilir. Şimdi öte yandan belki sanat dünyası da öyle. Asya da işte Japonya da ya da işte Asya da insanların bir çok sanat olayları vardır. Ve sanat tarihinde empati sanatını gördük. Oysa yine sanat tarihinde benim işte 14. ve 15. yüzyılda Mehmet Siyah kalemin çalışmalarının hiç lafı bile edilmedi. Ki çok enteresandır. Ya da Hint ya da işte Japon ya da Asya sanatıyla ilgili çok az bilgi vardır. Sadece Avrupayı doğrudan doğruya etkilemiş Mısır sanatı ve işte Yunan sanatı zaten Yunan yine Batı oluyor. İşte Mısır sanatından bir tek rölyefler vardır. O da çok baskın değildir sonuçta. İlginç olduğu için çok yer verilmiştir. Onun dışında bizim gibi ülkelerin sanatı her zaman için ikinci planda kalmıştır. Hatta belki lafı bile edilmiştir. Bunda bizim kabahatimiz yok mu. Tabiî ki var. İşte suret ortaya koymanın yasaklandığı İslamın coğrafyasında olumsuz etkileri vardır. İnsan resmi yapamamış. Mesela Asya da ressamlar ya da sanatçılar insanlar kendi heykellerini yapmamışlar. Bunda da yakından belki ilgisi olabilir. Bizde çok fazla kendimizi ortaya koymuş değiliz doğrusu. Fotoğrafçılık söz konusu olduğunda Batının tekeli her zaman karşımıza çıkıyor maalesef.
Türkiye’ de bir tekelin olduğu gibi dünyada da bir tekelleşme var o zaman?
Birazda yani kendi istedikleri türde bakmak istiyorlar. Mesela bunun bir örneği savaş fotoğraflarında Amerika’ nın hoşuna gitmeyen fotoğraflar çekildi başka fotoğrafçılar tarafından Vietnam savaşının olumsuz tarafları birden bire tüm dünya duyunca Amerikalılar sadece kendi fotoğrafçılarının ya da kendi seçtiği kendi belirledikleri fotoğrafçıları onların fotoğraf çekmelerine müsaade ediyorlardı. Çünkü onlar belki işte hoş olmayan görüntüleri çekmeyeceklerdi.
Türkiye de fotoğraf sanatı nasıl gidiyor?
Çok iyi gidiyor. Türkiye de çok güzel gelişmeler var. Tabi bu gençlerin sayesinde. Tekelin kırılması sayesinde. Daha da iyi olacaktır. Ortaya çıkan çalışmalar bunu gösteriyor. Fakat şunu da vurgulamak lazım. Biz biraz tembel bir milletiz. İşin biraz kolaycı tarafına kaçma huyumuz var. Bunun olmaması gerekiyor. He rşey iyi gidiyor ama dahada iyi gitme şansı var. O yüzden hani okumak dedim ya çok fazla çalışmak çok fazla okumak bu şart. Tek tük bazı kişiler bunu yapıyor ama tek tükle yetinmemek lazım.
Hocam sizin gerçekleştirmek istediğiniz projeler var mı?
Var mı? Evet şöyle. Çok iyi bir fotoğrafçı olmak istiyorum. Benim bütün gayretim bundan yana.  Olabildiğince iyi bir fotoğraf sanatçısı olmaya çalışıyorum. Bakalım belki bir gün olacağım.
Yapmayı planladığınız bir fotoğraf projesi var mı?
Şuanda yok. Bir projeyi zaten yeni bitirdiğim için şuanda yapayım dediğim bir proje şuanda yok. Bir yandan İstanbul’ da çekimlerime devam ediyorum. Sık sık Eminönü’ ne gidiyorum. Orada fotoğraflar çekiyorum. Çok güzel mekanlar. Çalışan insanları yine hala çekiyorum. Bunları bir proje olarak düşünmemek lazım. Çünkü sergileyeyim ya da bir yerde yayınlayayım düşüncesiyle değil sadece merakımdan ya da işte bu fotoğrafçılığa olan sevgim yüzünden yapıyorum. Proje olarak düşünmüyorum şimdi. iİeri de proje şekline dönüşebilir.
Son olarak bir şey söylemek ister misiniz?
Şöyle bir mesaj belki vermek isteyebilirim. Yasakların kalkması. Özellikle fotoğraf çekiminde insanlar bir konuya yaklaştığında özellikle belli kurumlar tarafından yasağın kalkmasını diliyorum. Çünkü artık fotoğraf çekmek son derece kolay. Bir düğmede dahi bir kamera olabiliyor. Yasak koymanın bir anlamı yok. Tam tersine yasaklar kalktıktan sonra belki bir gelişme sağlanabiliyor. Toplumumuzda var maalesef bu yasaklar. Hapishane koşulları ya da devletimizin pekte hoşuna gitmeyecek tarzda belki sistemler var. Burada fotoğraf çekimleri yasaktır her zaman için. Hapishane ilk aklıma gelen yerdir. Başka şeylerde var. Buralardan yasaklar kalkarsa fotoğrafçılığın o problemli konularda ortamlarda daha kolay çözüm yollarına gidilebileceği ortaya çıkacaktır. Benim söylemek istediğim bu. Yasakların kalkması.






2 yorum:

Taç dedi ki...

Güzel bir röportaj olmuş başarılarınızın devamını dileriz.

Adsız dedi ki...

gerçekten tebrik ederim çok güzel olmuş..rastgele geldim bu sayfaya benim için kırılma anı oldu...

Yılın Basın Fotoğrafları" Yarışmasında Ödüller Sahiplerini Buldu

Türkiye Foto Muhabirleri Derneği (TFMD) tarafından 40 yıldır aralıksız olarak düzenlenen “Yılın Basın Fotoğrafları” yarışmasının 2024 sonuçl...