![]() |
Ali Alışır (Biyografi) |
Son
serginiz Sanal Savaşlar projesi hakkında bilgi verebilir misiniz? Görselleri
oluştururken nasıl bir teknik kullandınız?
“Sanal Savaşlar” sergisi uzun zamandan
beri beni derinden etkileyen,yaşadığım coğrafyadaki siyasi ve askeri olayların
etkilerinin bir sonucu olarak ortaya çıktı.
Ortadoğu’da yaşanan savaşlar ve
sınırımıza kadar gelen askeri tehditler beni geçmişten günümüze kadar savaş
kavramını sorgulamaya yöneltti.
Artık
savaş denince akla ne ağır topçular, ne konvoylar, ne devasa muhabere alanları ne
de göğüs göğüse savaşan askerler geliyor. Çünkü artık eski geleneksel savaş
teknikleri içeriklerini ve geçerlilikleri yitirdiğini düşünüyorum. Savaşların
önceliği askeri olmaktan öte, komuta kontrol iletişim sistemleriyle (siber
savaş), psikolojik operasyonlarla (medyadaki enformasyon akışı) ve kültürel, toplumsal
alanlardaki bilgi akışıyla (internet ve multimedya) gerçekleştiriliyor. Bu
yüzden çalışmalarımı oluştururken elektronik devreler, chipler ve boardların fotoğraflarından yararlandım.
Arka fondaki savaş görüntüleri için dünyada
önemli savaşlara tanıklık etmiş ülkeleri ve şehirlerinin müzelerini, askeri
üslerini ve bir zamanlar savaş cephelerini fotoğrafladım.
(Rusya,Almanya,Polonya,İngiltere,Çanakkale,Prag,Amerika bunlardan sadace
birkaçı)
Teknik olarak çalışmalarımın yüzeyinde
iki savaşın varlığından söz edebiliriz.Alt zeminde bulunan savaş görüntüleri
geçmişte gerçekleşen top ve tüfekli savaşları,üst katmanda yer alan elektronik
devreler ise günümüz savaşlarını(enformasyon akışını) temsil etmektedir. Eski
sergime oranla bu sefer elektronik devreleri daha sık ve net görürken
figürlerin flulaşmasına tanık olacaksınız. Bunun nedeni savaşı evlerimizde
izlerken bize ekranın (entegrelerin,devrelerin,cep
telefonlarının,bilgisayarların) gerçek savaştan daha yakın olmasından
kaynaklanıyor.Dolayısıyla hayatımızda daha fazla yer kaplayan teknoloji ve onun
içerikleri ön plana çıkarken gerçek savaşa hep uzak kalıyoruz. Bu yüzden çalışmalarımda
savaş sahnelerini, figürlerini hep flu bir şekilde kurgulamayı tercih ettim..
Medyadaki
savaş fotoğrafı ya da görüntülerini her gün görmeye alışmamızın getirdiği
sıradanlaşma etkisi gerçekle olan bağımızı koparıyor mu?
Bunun
ilk kırılma noktası hiç şüphesiz Körfez Savaşıdır. Hepimiz önceden belirlenmiş
hedeflerin bilgisayar yazılımlarıyla nasıl anında vurulduğunu gördük. Fakat
ekranlarımızdan ölen sivilleri, yaralıları, acıları değil, sadece yok edilen
hedefleri görüyorduk. Sanki savaş steril bir hale getirilmiş ve her şey televizyondaki bir görüntüden ibaret ve cansızdı. Daha sonra bu görüntülerin eşzamanlı ve üst üste televizyonlarda yayınlanmasına, savaş görüntülerinin
aralarına reklam alınmasına, reality showlara konu edilmesine tanık olduk. Bunlar
bizi yavaş yavaş savaşın o korkunç yüzünden ve gerçeklik kavramından
uzaklaştırdı. Acı, yıkıcı etkisini kaybedip, görsel bir
şölene, adeta izlencelik bir malzemeye dönüştü. Bugün ise gerçekliğin kapitalizm ve kitle iletişim
araçları tarafından emilerek, başka bir gerçekliğe, dönüştüğü bir noktayı
yaşıyoruz.
Geçmişte
de büyük savaşlar, işgaller ve kayıplar olmuştu ama hiçbiri bu denli gösterişli
ve eşzamanlı icra edilmemişti. Bu teknolojik savaşı diğerlerinden ayıran en
büyük özelliği, eğlence ile savaşın iç içe geçmiş olmasıydı. Ticari platforma
taşınan savaş haberleri medya tarafından
eğlenceli ve çekici bir görünümde sunuldu. Yaşanan olaylar 24 saat canlı olarak
-reality showları aratamayacak tarzda- tüm dünyada yayınlandı. (Bu noktada çok
garip birşey daha oldu; Geçmişten günümüze süre gelen savaşçı ve muhabir kavramları
bir anda yer değiştirdi. Yayınlanan görüntülerin çoğunluğu muhabirlerden çok askerlerin
yeleklerine ve zırhlı araçların üzerine yerleştirilmiş kameralardan halka
ulaştı. Böylece dünya tarihinde ilk defa izleyici savaştan önce görüntüyle karşılaştı.)
İzleyiciler
tarafından bakıldığında ise 21.yüzyılın bu teknolojik savaşları adeta hiç
yaşanmamış gibi gözüküyor.Televizyondaki savaş görüntüleri izleyici üzerinde
bir uyuşturucu etkisi yaratmış ve televizyon
kapatıldığında sanki savaş bitecekmiş gibi algılanmıştır.
Diğer
önemli bir nokta ise Savaş görüntülerine karşı bu yabancılaşmamız yavaş yavaş
bugün tükenmekte. Geride ise “nötürleştirilmiş soğuk savaşların”
parodileştirilmiş uzantısından başka birşey elimizde kalmamakta. Savaşların bir
zamanlar soğuk yüzlerinin yerini günümüzde savaşan toplumların özgürlük
yanılsamaları almaya başladığını söyleyebilirim.
![]() |
Sanal Mekanlar |
Bir
önceki projeniz Sanal Mekânlarda, dünyayı saran iletişim ağının fiziksel
olmayan kapılar açarak mekânları birbirine bağladığını ve üç boyutun dışında yepyeni
bir mekân olgusu yarattığını anlatıyordunuz. Sanal Savaşları da bir nevi siber
dünyanın paylaşım mücadelesi olarak niteleyebilir miyiz?
Geçmişte
fiziksel güvenlik ne kadar önemli idiyse, günümüzde de bilgi güvenliği aynı
derecede önemli. Eskiden saldırının geleceği stratejik noktaları
hesaplayıp sağlam bir kale yada sed
çekerek güvenliğinizi koruyabilirdiniz. Günümüzde ise bunu yapmanız mümkün
değil. Çünkü artık saldırı her an her yerden gelebilir. Tehdidin açık bir
“gönderici adresi” de olmayabilir. Örneğin 11 Eylül olayından sonra gördük ki
sivil uçaklar bile teroristlerin saldırı aracı olarak birer silaha
dönüştürülebiliyor. Dolayısıyla çağımızda bilgi güvenliği çok önemli.( Artık ülkelerin siber orduları var. İsrailin bugün yüzbin
siber askeri,Amerika’nın ise yirmibeşbin civarlarında siber askeri olduğunu
söyleniyor. Diğer taraftan Amerika kendisine yapılmış siber bir saldırıyı
gerçek savaş nedeni sayabiliyor.) Belki de şunu asla
unutmamak gerekiyor: artık “siber” ve “sanal” kavramları gelecek ile ilgili
değiller; ”siber saldırı ve tehditler” artık tamamen gerçektir.
![]() |
Sanal Bedenler |
Çalışmalarınızın
ortak teması olan sanal kavramını tercih etmenizin nedeni nedir?
2009
yılından beri fotoğraf çalışmalarımın merkezini bu kavram oluşturuyor.“Sanal
Bedenler” serisiyle başlayan “Sanal
Mekanlar” serisiyle devam eden ve en son açtığım “Sanal Savaşlar” sergisiyle
süregelen bir süreç bu benim için. Yaşadığımız yüzyılın tüketim kültürünün bir
sonucu olarak “Gerçek”lik kavramının zorunlu bir değişime uğradığını
düşünüyorum. İnsanların sosyal ilişkilerinin yerini iletişim ortamlarında
geçirdikleri “Sanal” bir ortam aldı. İnsanların gerçek yüzleri gitgide sanal
bir dünyaya ait yüzlere dönüşmeye başladı. Asıl ile kopya, gerçek ile görünüş
iç içe geçti. Diğer taraftan yaşadığımız çağ dini, siyaseti,
ekonomiyi, sosyal ilişkileri,haberi adeta bir
“anlam” bombardımanına boğuyor. Her birey dijital işlemcilerle (network)
birbirine bağlanıp bu ortamda bir tür imge aktarıcısına dönüşüyor. Fakat bu
trafikte imgeler bireyleri eğitip bilgilendirmiyor. Sadece haberdar olmak için
bireylerin büyük bir ağa dönüşmesini sağlıyorlar.
Benim
derdim yaşadığımız bu yüzyılda bir imgeden yola çıkıp herhangi
bir gerçekliğe ulaşmanın imkansız hale geldiği, tarihsel hafızası gittikçe
silikleşen, imaj ve görüntü bombardımanı altında ezilen ve sürekli şimdiyi
yaşıyan çağımız insanın, durumunu ve konumunu çalışmalarıma konu edinmek.
Kurgusal
gerçekliğin çevremizi kuşattığı bu çağda fotoğrafın geleceği hakkında öngörünüz
nedir?
Geçtiğimiz yüzyıldan günümüze fotoğraf önce “temas”
gücünden sonrada “iz” bırakma özelliğinden birşeyler kaybetmeye başladı. Gelecekteki
-teknolojik-fotoğraf anlayışı şüphesiz fotoğrafın daha soyut bir yola
gideceğini gösteriyor. İz bırakmadan var olma iddaasında bulunmak abartılı
olmaz. Bugün Işığın ve optiğin kimyasal döneminden sonra dijitalin kurgu
anlayışının da sonuna geldiğimizi düşünüyorum. Fotoğrafın yeni düzlemi
gelecekte sayısal kodlamaların (1-0-1-0) olmadığı yeni bir düzlem olabilir. Bu
bağlamda gelecekte imgelerin tarihi göstermek ve onu inşa etmekten çok bizler için daha fazla
tehdit gücü kazanacağını söylemek yanlış olmaz. Şimdiden fotoğraf alanı, belge
niteliği yerine, etik, politik ya da ideolojik disiplinlerin bünyesinde daha
fazla barındırmakta ve bu alanda kendi gerçekliklerini üretmektedirler.
Fotoğraf
gerçekleşen bir anı belgelediği gibi hayalinizi kurgulama imkânı da veriyor. Kurgu
kısmını seçerken fotoğrafı ana malzemeniz olarak mı ya da ana malzemenizi şekillendirecek
bir araç olarak mı gördünüz?

Dijital
teknoloji sanat alanında kendine has bir Rönesans dönemi yaratabilir mi?
Öncelikle Dijital Fotoğraf gerçeklik
algımızı tamamen değiştirdi. Gerçeklik günümüzde artık tek bir model üzerinden okunmuyor. İmgenin
çıplak gözle görünür bir malzemeden yoksun oluşu ve programlanabilir olması,
sayısal olmanın getirdiği bir yeniliktir. Bugün dijital imgeler fotoğrafı
taklit edebilme yetisi kazanmıştır. Fotoğrafın varlığını artık zorunlu olarak
bir nesneye ya da özneye borçlu değildir.Fotoğraftaki temas artık fiziki
dünyada gerçekleşmemektedir. Bütün bu gelişmelerin fotoğraf alanında bir
rönesans izlenimi verdiğini söyleyebiliriz.
Alışılmışın
dışında işler yapmanın ilgi çeken bir yanı olduğu kadar kendini anlatması ve
kabul ettirmesi de zor olsa gerek. Türkiye’de kurgusal veya soyut fotoğrafa
olan bakış açısı nasıl sizce?
Bence
son zamanlarda sadece Türkiye’de değil tüm dünyada insanların dile getiremeye
cesaret edemedikleri bir durum yaşıyoruz. Fotoğrafta da her alanda olduğu gibi
klişeler kırılıyor. Örneğin bir dönemler herkesin söylediği gibi fotoğraf artık
klasik tanımıyla “bir anı yakalamak” tan ibaret değil, aynı zamanda istediğiniz
anı yaratabileceğiniz bir alana dönüşmeye başladı bugün.
Eskiden
olduğu gibi artık bir anlık görme eylemi değil, uzun süreçli bir düşünme ve
kurgulama eylemini de içeriyor fotoğraf.Kısaca,dijital teknolojinin ve
yazılımların gelişmesiyle fotoğraf çekmek, amaçtan çok bir araç niteliğine
dönüşüyor.
Diğer taraftan Dünya’nın birçok yerinde
yeni media’lar kullanılarak üretilen ve piyasa tarafından ön yargısız kabul
gören bir sanat platformu var.Bu,sanatçıların daha farklı ve cesur işler
yapmasına olanak sağlıyor.Bu noktada
Türkiye’de de oldukça başarılı ve güzel işler üreten sanatçıların olduğunu
düşünüyorum. Bunun en güzel örneklerini uluslararası müzayedeler ve
Türkiye’deki çağdaş sanat fuarlarında görüyoruz.
İtalya’da
aldığınız eğitim fotoğrafa ve sanata olan bakışınızda nasıl bir değişim
sağladı?
İtalya’da yaşarken oranın kültüründen, tarihinden
ve sanat ortamından derinden etkilendim. Zamanla sanatsal bakışımı sosyolojik, tarihi
ve siyasi olayları ve konulara yönelttim. Çünkü sanatı bu konulardan ayrı bir
noktada görmüyorum. İtalya’dan Türkiye’ye kadar geçen bu sürede yaşadığım
hayatta sürekli karşımda duran sorunlar bunlar ve bunları sanatsal bir şekilde
dile getirme ihtiyacı duyuyorum.Çağdaş sanatın yalnızca gündelik nesne ve
olaylarla ilgili popüler söylemlerden oluştuğunu fikrine karşı duruyorum.
Politika, edebiyat, siyaset gibi dillerin derinlemesine sanat diliyle
birleşmesinin yapıtı güçlendireceğine inanıyorum. Örneğin eğer savaş kavramını
ele alıyorsam tarihden günümüzde kadar savaş konusunda neler yaşanmış ve
değişmiş ,bugün için savaş kavramı insanlar için ne ifade ediyor bunu
çalışmalarımın içine dahil etmeyi tercih ediyorum.
Sizi
etkileyen sanatçılar kimler?
Teknolojik gelişmeler, buluşlar ve
bunlar üzerinden üretim yapan sanatçılar ilgimi çekiyor. Daniel Rozin’in
teknolojik ayna sistemlerini, Sam Boxton’un klonlama şezlongu, Auger ve Loizeao
isimli genç tasarımcıların tooth implant, after life battery (www.auger-loizeau.com) gibi işlerini
hayranlıkla takip ediyorum. Geleceğin sanatının bu melez teknolojiler yoluyla
yeniden şekilleneceğini düşünüyorum.
Yakın
ve uzak gelecekteki projeleriniz de sanal kavramı üzerine mi olacak?
Şuan birkaç
proje üzerinde aynı anda çalışıyorum. Ama ağırlıklı olarak popüler ikonlar
üzerine yoğunlaşmış durumdayım. Marliyn Monroe’dan Gandhi’ye, Hitlerden Yunus
Emreye kadar birçok isim yeni çalışmalarımın konusunu oluşturuyor. “Sanal
İkonlar” olarak adlandırdığım projede, toplumda bu popüler figürlerin ve
ideolojilerin bıraktığı izleri anlatmaya çalışıyorum.
Son
olarak fotoğraf severlere ne gibi tavsiyeleriniz olur? Ne yapmalılar ya da ne
yapmamalılar?
Genç sanatçı ve fotoğrafçı adaylarına
önerim hayallerinin peşini asla bırakmamaları ve gelişen çağ ile birlikte sanat
anlayışlarını bu değişim üzerine kurmalarıdır. Sanat belki de diğer birçok
meslek dalından farklı olarak bu serüven içinde büyük kazanç ve mağlubiyetlere
her an hazır olabilmektir. Bugün, ister Türkiye ister İtalya olsun, dünyanın
herhangi bir yerinde genç sanatçı olmak demek peşinen zorluklarla geçecek bir
gençliği kabul etmek anlamına gelmektedir. Sanatçı olmak, herşeyden önce usta
bir sihirbaz gibi bu zorlukların arasından sıyrılmak demektir. Hele genç,
bağımsız sanatçı yalnız eserlerini değil, yaşamının tümünü yoktan var etmek
durumundadır. Ama sanatçı olmanın gelecek için bambaşka avantajları da vardır.
Örneğin dönemin bütün milyarderleri silinip giderken, sanatçıları ayakta
kalırlar. Hepsinden öte, bütün bu zorluklar içinde en güzel flörtleri ve
heyecanları yaşayanlar gene sanatçılardır. Bu yüzden genç sanatçı adaylarına
tek önerim, seçimlerini bu noktada cesaretle ve doğru yapmaları yönünde
olacaktır.
Samimi sohbetiniz için teşekkürler.
Ben teşekkür ederim.
http://alisir.wordpress.com
Röportaj: Göksel Kayış
Fotoğraflar: Ali Alışır arşiv
(Not: Bu röportaj kaynak gösterilmek kaydı ile kullanılabilinir.)
Yorumlar